S s Bu sözlükte kullanılan Laz alfabesinin 26’ncı harfi. Öndamaksıl ovmalı sessiz konson (*) fonemini gösterir. [(*) Konson, halk dilinde yanlışlıkla “sessiz” denir. Bazılarına göre “ünsüz”. Lazca fonetiği ve fonolojisinde tek başına hece oluşturamayan fonemi ifade eder.] Uluslararası Fonetik Alfabesi’nde [s] şeklinde yazılır. Lazcada kelime sonunda bulunan [s] ile [z] arasındaki farkı, fonembilim bakımından anlamlı değildir.


-s[1]/-so[1]/-su[1] (PZ), -s[1]/-z[1]/ -so[1] (FN ~ HP), -s[1] (ÇX) Datif durum göstergesi. L.G.1.1., 11., 12., 13. [Lazca fiiller datif durumdaki öznesi veya tümlecine göre çekimi yapar. Lazca’da datif ile lokatif durumlar eşbiçimli olduğundan dolayı kısaca anlatılamaz.]


-s[2]/-so[2]/-su[2] (PZ), -s[2]/-z[2]/ -so[2] (FN ~ HP), -s[2] (ÇX) Lokatif durum (= bulunma durumu) göstergesi. L.G.1.1., 11., 12., 13. [Lazca fiiller lokatif durumdaki tümlecine göre çekilmez. Lazca’da datif ile lokatif durumlar eşbiçimli olduğundan dolayı kısaca anlatılamaz.]


saat’i (PZ)(FN ~ ÇX)(AK) i. Saat. [< Arp.] I.1. Bir günün 24’te birine eşit zaman birimi. Bula-şk’imişi livadişi mduti mcaşi tude araba-şk’imi memişk’vaput’u. Ar saat’i ok’ayi hişoşa golavikti ç’i araba-şk’imişi jin opşa mduti dobğut’u. (PZ-Cigetore) Teyzemin bahçesinde dut ağacının altına arabamı bırakmıştım. Bir saat sonra oraya döndüm. Arabamın üstüne çok dut dökülmüştü. Xacişi mç’oxali jur saat’iz 3’k’ariz geladvayiz k’ai inç’oren. (FN-Ç’anapet) Fasulye turşusunu iki saat suya koyunca iyice tuzu gidiyor. Nacik Eminiz na-oxenapamt’u dulya jur saat’i şakiz oçodinapams. (AH-Borğola) Naci Emin’e yaptırdığı işi iki saate kadar bitirtiyor. İsti bere oçkves. Gverdi saat’işi mutepe-ti moxtane(r)enan. (HP-P’eronit) Önce çocuğu gönderdiler. Yarım saat sonra kendileri de gelecekmişler. 2. Vakit. Muntxa u3’vare, hem saat’iz konisamadams. (AH-Lome) Ne söylersen anında (= o saatte) ezberler. 3. Saat1 (= bir günün 24’te biri), dakika vs zaman birimini gösteren cihaz. Cuma-çkimik xe ibont’aşa saat’i gei3’k’ams. (FN-Ç’anapet) Kardeşim elini yıkarken kolundaki saati çözüyor. Genci bort’işa ok’oxveri saat’i gom3’k’umt’i do xolo gebdgumt’i. Teknolojik ir şeyi dokturu. Handğaneri saat’epe ar ok’ixu-i ar daa var-geidgen. (FN-Sumla) Gençken bozulmuş saati açıp yeniden kuruyordum. Teknoloji her şeyi değiştirdi. Bugünkü saatler bir bozuldu mu bir daha kurulmaz. 3’oxle ok’oxveri saat’epe mobo3’k’amt’it do xolo gebdgimt’it. Ha3’ineyi saat’epe ar ok’ixu-i çkva çkar va-geidgen. (AH-Lome) Eskiden bozuk saatleri açardık ve yine kurardık. Şimdiki saatler bir bozuldu mu artık hiç kurulmuyor. Nanak moselaz saat’i gedgimz do ipti muk eiselz. (AH-Lome) Annem sahura saat kurup önce kendisi kalkar. Babak dulya ikomt’aşi saat’i doli3’k’ams do dişkaz ya-ti ar kvaz yodumers do heşşo içalişams. (AH-Lome) Babam iş yaparken saatini çıkarıp bir ağacın veya bir taşın üzerine koyup öyle çalışıyor. Onurik ağani saat’i-muşi skiri-muşiz o3’iramt’u. (AH-Borğola) Onur yeni saatini oğluna gösteriyordu. Saat’i dodgims. (HP-P’eronit) Saat kuruyor. Saat’i dido mcve ren. Ama xolo duvaris gilobun do içalişeps. (AK-Döngelli) Saat çok eskidir. Ama yine duvarda asılıdır ve çalışıyor. → sayet’i (ÇM), sayet’t’i (AŞ-Ortaalan), saet’i (AŞ-Ok’ordule, Dutxe)

II. SaatI-3lerde gösterilen, zaman noktalarının her biri. Saat’i nak’u on ? (PZ-Cigetore) Saat kaçtır ? Saat’i nak’u iyu ? (PZ-Cigetore) Saat kaç oldu ? Aşe dido şuri mekaçeyi ren. Ar ndğaz xut faraMu ora ren ? (= Saat’i nak’o ren ?)” ya do ik’itxamz. (FN-Ç’anapet) Ayşe tez canlıdır. Gönde beş kere Saat kaç oldu ?” diye soruyor. Saat’i nak’o ren ? (AH-Lome) Saat kaç ? Saat’i nak’o ivu ? (AH-Lome) Saat kaç oldu ? Memet’izSaat’i nak’o ren ?” ma-şiJur do gveriya mi3’u. (AH-Borğola) Mehmet’e Saat kaçtır ?” dediğimdeİki buçukdedi. Nanak Saat’i nak’o ivu ?” ya do mk’itxuşiSaat’i jur do gveri divuma bu3’vi. (AH-Borğola) AnnemSaat kaç oldu ?” diye sorduğundaSaat iki buçuk oldudedim. Saat’i muk’o ren ? (HP-P’eronit) Saat kaç ? Saat’i muk’o ivu ? (HP-P’eronit) Saat kaç oldu ? → oraII; saet’iII

III. Ülkeye ya da bölgeye göre ve mevsime göre değişebilen yasal saat. Ham 3’ana t’axva-tutaşi eçi-do-vit’o-ar ndğas yazi-saat’işi k’işi-saat’işa kogolaft’it. (PZ-Cigetore) Bu yıl Ekim 31’inde yaz saatinden kış saatine geçtik.


saba-axçam (AH) z. Sabah akşam. [< Arp. + Tür.] Gece gündüz. K’oçi saba-axçam oxorcaz muxen. (AH-Lome) Adam sabah akşam karının üzerinde. → ser-ndğaleriz; seri-ndğaleri/ seyi-ndğaleyi


sabaçxa (ÇM) i. Cumartesi günü. → şuriçxa; sabat’oni, sap’at’oni


sabaxtan z. [< Arp. + Tür.] I. (AŞ) Sabahtan. Nak’k’u 3’ana on iri ndğa sabaxtan lumcişa biçalişamt. Ar defa tatilişa gamaft’aten. Cunaxxi var-on. (AŞ-Ortaalan) Kaç senedir sabahtan akşama kadar çalışıyoruz. Bir kere tatile çıkacağız. Günah olmaz. ç’umandeneşa, ç’umandele

II. (FN)(HP) Sabah. Aydiniz t’raşişi makina var-mo3’ondun. K’at’a sabaxtan eskineri steri skiafite pimpili ibğams. (FN-Sumla) Aydın tıraş makinesini beğenmiyor. Her sabah eskisi gibi ustura ile sakalı tıraş ediyor. Seriz bincirt’işi maxvas mt’eyi komobotvi. Sabaxtan ebiselisi xolo maxva kort’u. Var-meskure(r)et’u. (HP-P’eronit) Gece yatarken koru kül ile örttüm. Sabah kalktığımda yine kor vardı. Sönmemişti. → ç’umaniz, ç’umani[2]; sabayleI


sabat’oni (ÇM)(FN-Ç’anapet) i. Cumartesi günü. → şuriçxa; sabaçxa; sap’at’oni


sabayle (AH) i. I. Sabah. Ali k’at’a sabayle dulyaşe ulut’aşi Memet’is yanis elustun do p’icis var-no3’k’ers. (AH-Lome) Ali her sabah işe giderken Mehmet’in yanından geçiyor. Ama yüzüne bile bakmıyor. Sabayle ordoşen moxtit. (AH-Lome) Sabah erkenden gelin. → sabaxtanII; ç’umaniz, ç’umani[2]

II. Sabahları. Nana sabayle dido ordo gok’un3xun. (AH-Lome) Annem sabahları çok erken uyanır. Sabayle t’obaz keşuyi edgitun. Melendo var-iz*iren. (AH-Lome) Sabahları t’obada buhar çıkıp yükseliyor. Karşısı görünemiyor. Hemdi sabayle ordo gok’un3xun. (AH-Lome) Hamdi sabahları erken uyanıyor. Sabayle şetxi na-ren şeni çayı 3’ilomt’aşi k’oçi gverdis 3’ale mtelli go3’işuven. (AH-Lome) Sabahları çiy olduğu için çay toplarken insan belden aşağı hep ıslanıyor.


sabayleneri (AH) s. Sabahki. K’işiz lumcineri mja sabayleneri mja k’ala ok’in3’oren. (AH-Lome) Kışın akşamki süt sabahkiyle birlikte aynı kaba süzülür.


sacaği (AH) i. Sacayağı. Sacayak. Daçxuris sacaği eidgen do jin mç’k’udişi gresta imçxvinen. (AH-Lome) Ateşin üzerine sacayak konularak üzerinde ekmek plekisi kızdırılır (= ısıtılır). → sacaki


sacaki (AK) i. Sacayaği. Sacayak. Daçxeris sacaki guşadgips. (AK-Döngelli) Ateşe (= ateşin arasına) sacayağı yerleştiriyor. → sacaği


saci (AŞ) i. Sac. Demir levha. Otva saci mutuy. (AŞ-Ortaalan) Çatıyı sacla örtüyor. → sazi[2], saç’i, saçi


saçaği i. Saçak. Cordaniz naylaşi nk’ola gundunu. Naylaz amaxtimu şeni saçağişi pi3ari e3’at’axu. (FN-Ç’anapet) Cordan serenederin anahtarını kayıbetti. Serendere girmek için saçak tahtasını aşağıdan vurarak kırdı. Mtviri dido mtvaşi oxorişi saçağiz ipti kenarepeşi mtviri elaxums. (AH-Borğola) Kar çok yağınca evin saçağında önce kenarlardaki karı döküyor. KemalikOkotumales mç’ima mot-gyomç’imt’asya do saçaği-muşis pi3ari e3’uç’k’adams. (AH-Borğola) Kemal Kümese yağmur yağmasındiye saçağının altına tahta çakıyor.


saçi (AH-Borğola) i. Sac. Demir levha. “Kapça geç’veri k’ai goşiç’vasya do jini saçis maxva yobğamt’es. (AH-Borğola) “Pilakide hamsi iyi pişsindiye üstündeki saca köz dökerlerdi. → sazi[2], saci, saç’i


saç’i (AH-Lome) i. Sac. Demir levha. Ustak ipti saç’i omçxvinams do ok’açxe-ti ç’ak’uç’ite dolondrik’oms. (AH-Lome) Usta önce sacı ısıtıyor ve sonradan da çekiçle içeriye çökertiyorTipiz saç’i ebotvi. Ala dido ixi dobarazna var-okaçamz do mostun. (AH-Lome) Otun üzerini sacla örttüm. Ama çok rüzgâr eserse dayanamaz ve açılır. Babak axirişi nek’nas galendon saç’i moç’k’adams. (AH-Lome) Babam ahırın kapısına dışarıdan sac çakıyor. → sazi[2], saci, saçi


sadaka (AH-Borğola) i. Sadaka. [< Arp.] Dilenciye verilen para. Osmanik k’at’a bayramiz mak’vandes sadaka niçams. (AH-Borğola) Osman her bayramda dilenciye sadaka (kendisi için) veriyor. → sedek’e


saebi i. Sahip. [< Arp.] Aşek nez*i ixirt’uşa saebi-muşik meç’opums. (FN-Sumla) Ayşe ceviz çalarken (cevizin) sahibi onu yakalıyor.


saet’i (AŞ-Ok’ordule, Dutxe) i. Saat. [< Arp.] I.1. Bir günün 24’te birine eşit zaman birimi. Usta inşaeti oçalişu-ora ar saeti iyaşa k’afri oçodinay. Çiraği-muşi-ti e3’uncğonay. (AŞ-Ok’ordule) Usta inşaatta çalışma zamanında bir saat olana kadar çiviyi bitiriyor. Çırağı da [çiviyi] aşağıdan yukarı gönderiyor. 2. Vakit. 3. Saat1, dakika vs zaman birimini gösteren cihaz. Xasani saet’i cudgams. (AŞ-Dutxe) Hasan saat kuruyor. Ma-ti saet’i kocebudgik’o. (AŞ-Dutxe) Ben de saati kursaydım. → sayet’i/ sayet’t’i

II. Kol saati, duvar saati, elektronik saat vs gibi aygıtlarda gösterilen, zaman noktalarının her biri. Saet’i nak’u n ? (AŞ-Ok’ordule) Saat kaç ? Saet’i nak’u iyu. (AŞ-Ok’ordule) Saat kaç oldu ? → saat’iII ;sayet’t’iII; oraII


sağani (PZ ~ FN)(AK) i. 1. Sahan. [< Arp.] Tabak. Berek cari imxot’aşa nana-muşis sağani dok’açapams. (PZ-Apso) Çocuk yemek yerken annesine tabağı tutturuyor. Bak’irişi sağanis k’alayi devusum. (PZ-Cigetore) Bakır sahanları kalaylatıyorum. Bakiri badyape (veya sağanepe) k’alayi cevoçamapan. (ÇM-Ğvant) Bakır sahanları kalaylatıyorum. Bakiri sağanepe k’alayi voxenapam. (AŞ-Ok’ordule) Bakır sahanları kalaylatıyorum. Nusa daçxuri na-eyodu sağani gvoç’ondrun do dvouçanay. (AŞ-Ok’ordule) Gelin ateşin üstüne koyduğu sahanı unutup karartıyor. Sağani ar mutu kogoyotvi. K’amk’uli goyolay. (AŞ-Ok’ordule) Sahanın üstünü birşeyle ört. Sinek düşüyor. Bakirişi sağanepez k’alayi geboçapam. (FN-Ç’anapet) Bakır sahanlara (tabaklara) kalay yaptırıyorum. Bakır sahanları kalaylatıyorum. Sağaniz na-gyobğurt’u ntxirişi k’ak’alepe, berek omç’vetelaz kodolobğu. (FN-Ç’anapet) Tabağın içinde duran fındık tanelerini çocuk evin önündeki çöplüğe döktü. Eveliz sağanepez k’alayi geçamu şeni kyoruği ixmart’ez. (FN-Ç’anapet) Eskiden bakır tabakları kalaylamak için körük kullanırlardı. Berek k’uzite sağani k’ank’ums. (FN-Sumla) Çocuk kaşıkla sahanı döverek ses çıkartıyor. Aşek yoğurt’iş sağani bere-muşiz nunç’inams. (FN-Sumla) Ayşe yoğurt sahanını çocuğuna doğru yanaştırıyor. Berek eşo gyari imxors ki sağani-muşi gekosups. (AK-Döngelli) Çocuk öyle yemek yiyor ki sağanını (= tabağını) silip süpürüyor. Berek sağani-muşis na-ren gyari var-aç’k’omu do t’k’obaşa mexups. (AK-Döngelli) Çocuk sağanındaki yemeği yiyemedi de gizlice döküyor. 2. [miktar birimi] Bir sahan dolusu. Berek ar didi sağani yoğut’i ar şvacis geipxors. (FN-Sumla) Çocuk bir büyük sahan yoğurdu bir nefeste yiyip bitiriyor. → saxani; t’abaği, tabaği


saği s. Canlı. Handğa na-p’ç’opi kapçape saği 3’k’arite opşa ç’uk’iz kodoloboxuni. 3’ut’eli bozok obiru şeni k’et’i doluğams. (FN-Ç’anapet) Bugün yakaladığım hamsileri canlı olarak su dolu kazana koydum. Küçük kızım oynamak için suyun içine çubuk uzatıyor (= indiriyor). → skidala[2]-II


sağluği i. Sağlık. Mtiri-çkimik k’at’a ndğaz sağluği şeni dido oraz goigzalz. Handğa-ti noğaşa idu do moxtu. (FN-Ç’anapet) Kayınpederim her gün sağlık için uzun süre yürüyor. Bugün de çarşıya gidip geldi.


sağra (ÇM ~ FN-Ç’anapet) i. [çoğ. sağrape] Tek parça ağaçtan yontulmuş hamur teknesi. Ayşe sağra ntoleri lazut’i ceşatxuy. (ÇM-Ğvant) Ayşe ahşap yuvarlak hafif derin teknede koçanından koparılmış mısırları tozdan arındırıyor (= silkeliyor). Ağne ç’veyi kovaliz sağra mutvayiz kerenç’i-muşi-ti diçuçkanen. (FN-Ç’anapet) Yeni pişmiş buğday ekmeğinin üstüne tepsiyi örtersen kabuğu da yumuşar. Oxorcak sum tuteri bere sağraz gebonumz. (FN-Ç’anapet) Kadın üç aylık çocuğu seyar leğende (= küvette) yıkıyor. → sarğa; gobi


sak’izi/ sak’k’izi (AŞ ~ FN)(AK) i. Sakız. Sak’izi-şk’imi k’oda noç’abun. (AŞ-Ok’ordule) Sakızım duvara yapışıktır. Sak’izi goyoxedusi pontuli elvaç’aben. (AŞ-Ok’ordule) Sakızın üstüne oturunca pantolonunun kenarına yapışıyor. Ham sak’k’izi doç’inaxxi. Vrossi mogalasen. (AŞ-Ortaalan) Bu sakızı çiğne. İyi gelecek. Şanak sak’izi lağunums. (FN-Sumla) Şana sakız çiğniyor. Tronis na-non3axun sak’izi var-z*irop-i ? (AK-Döngelli) İskemleye yapışmış sakızı görmüyor mosun ? → olağune; lağuna; sark’izi


salağani (AK) i. [pek nadiren] 1. Denizin akıntı biçiminde sağa sola kaydırarak oluşturduğu dalgalanma. Andğa mzoğa dirdu do salağanepe nançxvaren. (AK-Döngelli) Bugün deniz büyüdü de dalgalar çarpışıyor. 2. Dalga. → soloğani; dalga


salata/ salat’a i. Salata. [< İta.] Da-çkimik ağne na-e3’k’u k’romi salata oxenu şeni geç’k’orums. (FN-Ç’anapet) Kız kardeşım salata yapmak için yeni söktüğü soğanı doğruyor. Ğomaneri salat’a handğa var-iç’k’omen. (AH-Lome) Dünkü salata bugün yenmez. “Masaz iri nanç’uşinasya do salat’ a ortas goşadgims. (AH-Borğola) “Masada herkes uzanabilsindiye salatayı ortaya yerleştiriyor.


salaxana[1](PZ) s. Salak. Xasanişi biç’i opşa salaxana on. (PZ-Cigetore) Hasan’ın oğlu çok salaktır. → banga[1]


salaxana[2](ÇM) s. Sahipsiz (hayvan). Salaxana laç’i cari meçasi avlape elidven. (ÇM-Ğvant) Sahipsiz köpeğe ekmek verirsen avludan gitmez olur. Alişi laç’i salaxana on. Avla miti golit’asen ek’vayonen. (ÇM-Ğvant) Ali’nin köpeği eve bağlı değil. Evin önünden kim geçer ise arkasına takılıp gidiyor. → umiteliII


sali (ÇM ~ AŞ)(AH-Sidere, Borğola)(AK) i. Odun yarmaya yarayan kama. Ali sali azuy. Dişk’alepe çitasen. (ÇM-Ğvant) Ali kama yontuyor. Odunları yaracak. Ar sali domixeni. Dişk’a pçitasi diç’irasen. (AŞ-Ok’ordule) Bir ağaç kama yap. Odun yararken lazım olacak. Sali va-co3onaşa ham çutuği va-gaçiten. (AŞ-Ortaalan) Kamayı saplamadan bu kütüğü biçemezsin. Na-var-ok’içiten dişkape saliten ok’oçitare. (AH-Borğola) Yarılmıyan odunları kama ile yaracaksın. Si doğurina mazari-skanis xurmaşi sali gigo3igami(n)on. (*)(AK-Döngelli) bed. Sen ölürsen mezarına hurma ağacından kama sokacağım. [(*) Bu kelime AK’da bu bedduanın dışında pek kullanılmaz.] → sili, siyili


saloni (AŞ ~ FN) i. Salon. [< Fra. < İta.] Xali saloni cilendo-k’k’ale amupini. (AŞ-Ortaalan) Halıyı salonun yukarı tarafına doğru yay. Alik filimiz o3’k’omilu şeni saloni om3’k’upinams. (FN-Ç’anapet) Ali filme bakmak için salonu karartıyor. → xayatiII; xaatiII


Samsoni i. Samsun şehri ve ilinin Lazca söylenişi. Samsonişen hakole gza ment’ro3u-doren. Musa otoposite mulut’u do Samsonis elikaçu. (AH-Lome) Samsun’dan bu tarafta yolda heyelân olmuş. Musa otobüsle geliyordu. Samsun’da mecburen kaldı.


sanduği (AŞ ~ ÇX)(AK) i. Sandık. [< Arp.] Sanduği na-non3oy k’afrepe dolu3’i do hişo ixmari. (AŞ-Ortaalan) Sandığa (iç-alt kısımda) çakılı çivileri sök de öyle kullan. Genç’aryi sanduğiz gemiz*in. (FN-Ç’anapet) Param sandıkta duruyor. Kemalik ipti sanduği jur k’eleşen-ti kinarişen elaxums do ok’açxe-ti jur k’ele xe gek’limoni k’ulpi nuk’idams. (AH-Lome) Kemal önceden sandığın iki yanını da kenarından deliyor. Ve sonradan her iki yanına da elle tutulacak kulp takıyor. Sanduğişi xalamidaz na-gez*in kçe nok’epe komomiği. (AH-Borğola) Sandığın gözesinde duran beyaz ipliği getir. Ma p’at’i ndğa şeni geç’areyi pşinaxum. K’at’ayya sanduğiz para gemiz*in. (HP-P’eronit) Ben kötü günler için parayı saklıyorum. Sürekli sandıkta param duruyor. Selimik sanduği dolabiyi tude mişvonç’aps. (ÇX-Makret) Selim sandığı dolabın altına itiyor. Nandidi-çkimi sanduğişen vit’o-xut 3’aneri fork’a muşimers. (AK-Döngelli) Ninem sanduktan on beş yıllık elbiseyi çıkarıyor. Sanduğişen fork’a yebzdaminon ya do bodups. (AK-Döngelli) Sandıktan elbiseyi alacağım diye karmakarışık ediyor da öyle arıyor. Ayşek mu z*iruna sanduğis noçak’aps. (AK-Döngelli) Ayşe ne buldu ise sandığa sıkıştırıyor. Bereşi dolokunepe sanduğişi jin ijobğun. (AK-Döngelli) Çocuğun giyisileri sandığın üzerinde duruyor. → kon3oli; senduği; çebuk’i, çebuk’ina; yaşik’i


sankis (AH) z. Sanki. [< Tür. + Far.] K’ap’ulas ar mendemo3’k’edi. Sankis dumç’k’u memobuzals. (AH-Lome) Sırtıma bir baksana. Sanki karınca geziniyor. mondo[1]-III; muç’o[2]; p’anda[4] ... st’eri; sankis; gyozgyoraII, gyozgiraII


santrali i. Santral. [< Fra.] Şk’uni çoyis telefonişi santrali ordo ordo ok’ixven. (PZ-Cigetore) Bizim köyün telefon santralı erken erken bozuluyor (= arızalanıyor). Na-var viçinam k’oçepe elektriği-santrali oxenu şeni gulvan. (ÇM-Ğvant) Tanımadığım adamlar elektrik santrali kurmak için dolaşıyorlar. Ham kianaşi enni uneneli k’oçepe rt’es, na-ğures Japonepe. Miti var-elvat’ert’es. Hini na-k’oşk’iyonu k’oçepe Elektriği gamobiyonatendeyi uç’itxeli zuğa-p’ici ar santrali kocedges. Ar ndğa him santralite çendi k’oçepe-nişi na-ilanert’u var-meşonumt’es. Let’a-nana guri komuones. Ok’it’axu. Zuğa-ti guri komuones. 3unami diyu. Empu. İdu. Noğa kocost’ik’u. Hey na-sk’udurt’es k’rima Japonepe tisya dou. Zade guri maç’u. Mabgarinu. (AŞ-Ok’ordule) Bu dünyanın en sessiz insanları idiler, ölen Japonlar. Kimseye sataşmazlardı. Onların seçtiği insanlarElektrik çıkaracağızdiye sormadan denizin ağzına bir santral koydular. Bir gün o santral ile kendi insanlarını vuracaklarını beklemiyorlardı. Toprağın kalbini kızdırdılar. Ortadan kırıldı. Denizin de kalbini kızdırdılar. Tsunami oldu. Kabardı. Gitti. Şehri yere vurdu. Orda yaşayan zavallı Japonları kurban etti. Çok kalbim acıdı. Ağlayabildim. Muxtayik eletriğişi santrali mektebişi geyide kogyodgapu. (FN-Ç’anapet) Muhtar elektrik santralini okulun arkasına kurdurdu. Jur ndğa ren eletriği va-ren. Santraliz ariza ren-doren. (AH-Lome) İki gündür elektrikler yok. Santralde arıza varmış. Nukleri santralepe k’oçepe na-skidun svapes var-ixenen. (AH-Borğola) Nükleer santraller insanların yaşadığı yerlerde yapılmaz.


sap’ani i. Saban. Ali xojepe sap’ani ozdapay. (ÇM-Ğvant) Ali oküzlere saban çektiriyor.


sap’ari (FN ~ AH) s. Bitkin. Zayıf. Çelimsiz. Halsiz. Alişi 3’ut’eli bere dido sap’ari maz*iru. Çkva zabuni ren-i ? (FN-Ç’anapet) Ali’nin küçük çocuğunu çok zayıf gördüm. Acaba hasta mı ? Ha bere zabuni ren-i ? Hak’o sap’ari mot ren ? (AH-Lome) Bu çocuk hasta mıdır ? Bu kadar zayıf niyedir ? [cılız] ç’irili


sap’at’oni (FN-Sumla ~ AH) i. Cumartesi günü. Ç’umanişe çkar ora var-maven. Gendğani sap’at’oni ren. Noğaşe geptaten. Skande ancaxi me3’k’indğani memacoxinen. (AH-Lome) Yarın hiç zamanım olmaz. Öbür günü cumartesidir. Çarşıya ineceğiz. Sana ancak ertesi günü uğrayabilirim. → şuriçxa; sabaçxa; sabat’oni


sap’i i. Sap. Loriç’işi sap’i gamalams. (PZ-Cigetore) Kazmanın sapı çıkıyor. Çeserişi sap’i ink’at’u. Xasanik st’up’a gorçams. (PZ-Cigetore) Keseri sapı sallanıyordu. Hasan etrafına tıkaç sarıyor. Çeseris sap’i gamuvelams. (PZ-Cigetore) Keserin sapı çıkıyor. Burç’uli dvok’anasi sap’i gamalay. (ÇM-Ğvant) Burunlu baltayı salladığında sapı çıkıyor. Pederik bergiz modu şeni sap’i goşirumz. (FN-Ç’anapet) Babam çapaya sap takmak için onun (= o sapın) etrafını aşındırıyor. Hak’k’ik arguni uçalime ovalams. Sum geçamus sap’i met’axums. (AH-Lome) Hakkı baltayı usulsüz sallıyor. Üç vuruşta sapını kırıyor. Şevk’etik arguniz sap’i modumers. (AH-Lome) Şevket baltaya sap takıyor. Axmet’ik oxmaru şeni xop’e emiç’opu-dort’un. İxmart’uşi sap’i nut’roxu-doren. (AH-Lome) Ahmet kullanmak için benden kürek almıştı. Kullanırken sapını kırmış. Argunişi sap’i dido t’abala divu-doren. (AH-Lome) Baltanın sapı çok yassı olmuş. Jur mbeli miğunan. Ariz sap’i met’axeri ren. (AH-Lome) İki tane belimiz var. Birinin sapı kırıktır. → dokaçale


sap’oni i. Sabun. [< Lat.] Mboli popoja na-ikuy sap’onite nuk’u vrosi ibğinen. (ÇM-Ğvant) Bol köpük yapan sabun ile sakal tıraşı kolay oluyor. Handğa na-ep’ç’opi sap’onik dido popoci moiğamz. (FN-Ç’anapet) Bugün aldığım sabun çok köpük getiriyor. E skiri, sap’oni domaçodez. Nixmari. (FN-Sumla) Yavrum, sabunumuz bitti. Azar azar kullan. Ha3’ineri sap’onepek çkar popoci var-ikoms. (AH-Lome) Şimdiki sabunlar hiç köpürmüyor.


sarğa (FN-Sumla ~ HP-P’eronit) i. [çoğ. sarğape] Tek parça ağaçtan yontulmuş hamur teknesi. Mkveriş t’uvra sarğaz gyopatxams. (FN-Sumla) Un torbasını hamur teknesinin içine silkeliyor. Sarğaşen n3omi eşalu do let’as melu. Mitiyenpe moxtasen. (FN-Sumla) Teknedeki hamur sıçrayıp yere düştü. Galiba birileri gelecek. [Teknede hamur yoğururken hamur parçası sıçrayıp yere düşerse eve bir misafirin veya misafirlerin geleceğine inanılır.] Babak mjoli onk’anamt’aşi nanak tudelen sarğa e3’ukaçams. (AH-Lome) Babam dut silkelerken annem alttan tekne tutar. Fetik sarğaz na-ren lu-ncaxeriz nuk’u yokaçams do doluç’k’omams. (AH-Borğola) Fethi teknedeki lahana ezmesini, ağzını üstünde tutarak yiyor. Ncaşen sarğa na-ikomanpek iptiDolok’lant’a ivasya do doloxe gyoğamt’es. Galendo-muşi-ti gomugvalamt’es. (AH-Borğola) Ağaçtan [ekmek vs koymak için] tekne yapanlar önceÇukur olsundiye içini (yukarıdan aşağı doğru) oyarlar. Etrafını da yuvarlatırlardı (= yuvarlak biçim verirlerdi). Sarğas lu-duderi ipxort’eşşi muşi k’ele lazut’işi mç’k’udi ek’ik’vançxums. (AH-Borğola) Teknede lahana yemeği yerlerken kendi tarafına mısır ekmeği doğruyor. → sağra; gobi


sark’izi (FN-Sumla) i. Sakız. Sark’izi berez nuk’uz moludumels. (FN-Sumla) Sakızı çocuğun ağzına koyuyor. → olağune; lağuna; sak’izi/ sak’k’izi


sarma i. Sarma. Nanak sarma k’irups. (AK-Döngelli) Annem sarma sarıyor. → gok’oroni


savaşi (AH-Borğola) i. Savaş. Harp. [< Arp.] İrak’is na-ivu savaşiz dido k’oçi ğuru. (AH-Borğola) Irak’ta olan savaşta çok insan öldü. → harbi, xarbi


saxani (AH) i. Sahan. [< Arp.] Tabak. Bakirişi saxanepe bok’alaylapam. (AH-Lome) Bakır sahanları kalaylatıyorum. Çku nak’o 3’anaz ar saxaniz do ar tencerez ok’op’ç’k’omit. (AH-Lome) Biz kaç yıl aynı tabak ve aynı tencereden yedik (= aynı tabak ve aynı tencereyi paylaştık). Nursen ! Gyari p’ç’k’omaten. Taroşen saxani do k’uzepe gamiği. (AH-Borğola) Nursen ! Yemek yiyoruz. Kap kacak dolabından tabak ile kaşık çıkar. Bakiri saxanepes k’alayi boxenapam. (AH-Borğola) Bakır sahanları kalaylatıyorum. Saxaniz mergya geç’k’orums. (AH-Borğola) Sahana maydanoz doğruyor. Yusufik gyari şkule saxanepe bezite gekosums. (AH-Borğola) Yusuf yemekten sonra sahanları(n içini) bezle siliyor. Orhanik Memet’is saxaniz na-gubğun ntxirepe xete geloç’k’idams do nuxvams. (AH-Borğola) Orhan Mehmed’in sahanın içindeki fındıkları eli ile yukardan aşağıya vurup döküyor. → sağani; t’abaği, tabaği


saxne i. Sahne. [< Arp. < Yun.] Fatmak çarbepes kogolisu. Saxneşe gamaxtasen-i ? (AH-Borğola) Fatma dudaklarına (boya) sürmüş. Sahneye mi çıkacak ?


sayet’i (ÇM), sayet’t’i (AŞ-Ortaalan) i. Saat. [< Arp.] I. Bir günün 24’te birine eşit zaman birimi. 2. Vakit. 3. Saat1, dakika vs zaman birimini gösteren cihaz. Sayet’i cudgay. (ÇM-Ğvant) Saat kuruyor. Ali na-var-ikten sayet’i gza coç’apxay. (ÇM-Ğvant) Ali çalışmayan saati yola çarpıyor. Ham sayet’t’i sk’ani var-on. Zireri on. (AŞ-Ortaalan) Bu saat senin değil. Bulunmuştur. Nak’k’u uk’atalare uk’atalina-cegizun sayet’t’i goişiren. (AŞ-Ortaalan) Ne kadar dikkat edersen et, takılı olan saatin etrafı aşınıyor. → saat’i, saet’i

II. (AŞ-Ortaalan) Kol saati, duvar saati, elektronik saat vs gibi aygıtlarda gösterilen zaman noktalarının her biri.Sayet’t’i nak’k’u on ?” deyi iduşunaşaSayet’t’i nak’k’u iyu ?” deyi iç’itxi. (AŞ-Ortaalan) “Saat kaç ?” diye düşüneceğineSaat kaç oldu ?” diye sor. oraII; saet’iII; saat’iII


sayfa (AH) i. [çoğ. sayfape] Sayfa. [< Arp.] Kitabi mot-ok’ondrik’om. Sayfape elastun. (AH-Lome) Kitabı kıvırma. Sayfaları [yandan yırtılıp koparak] ayrılıyor. İnternetis blogi-skani nam sites ren ? So ç’arum ? Ma jur blogi-sayfa miğun. Ari Milliyetis ren. Majura Radik’alis ren. (AH-Lome) İnternet’teki blog sayfan hangi sitededir ? Nerede yazıyorsun ? Benim iki blog sayfam var. Biri Milliyet’tedir. Ötekisi Radikal’de. pavriII-3


sazi[1] i. Saz. [< Far.] Tahsini sazi oç’andrinay. (AŞ-Ok’ordule) Tahsin saz çalıyor. Sazi-muşi keç’opu. Celvoç’andrinay. (AŞ-Ok’ordule) Sazını aldı. Çalıyor.


sazi[2] (ÇM) i. Sac. Yassı demir çelik ürünü. Sazite turgeri otvape mturi ordo est’un. (ÇM-Ğvant) Sac ile örtülü çatılardaki kar erken kayıyor (= kayarak düşüyor). saci, saç’i, saçi


sebabi (FN ~ AH)(AK) i. Sevap. [< Arp.] Amet’ik dida do badepez p’anda nuşvelamz edo heya-şeni dido sebabi ç’k’indumz (= sebabi ayen). (FN-Ç’anapet) Ahmet yaşlı kadın ve erkeklere her zaman yardımcı oluyor ve ondan dolayı çok sevap kazanıyor. P’ap’ulik umiteli berepe şeni na-ikoms xeyirite dido sebabi mogams. (AH-Lome) Dedem kimsesiz çocuklar için yaptığı hayır işlerinden çok sevap kazanıyor. Fadime xe-boli na-ren şeni dido sebabi muirgaps. (AK-Döngelli) Fadime’nin eli açık olduğu için çok sevap kazanıyor. → sevap’i; f. [sevap kazanıyor] natanen[2]-II


sebai-du i. Tavla oyununda zarların birinin üçlü, öbürünün ikili düşmesi. Sebayü-dü. [< Far. yada Kür.] Sebai-du moxtazna jur puli-ti kogebdume(r). (AH-Lome) Sebayü-dü gelirse iki pulumu da koyarım. Ar sebai-du unont’u. He-ti kot’k’oçu. (AH-Borğola) Bir sebayü-dü lazımdı. Onu da attı.


sebculi (ÇM) i. [çocuklara söylenen sevgi sözü] Canım ! Cicim ! Ayşe mitişi bere ort’asen ort’ayE ! Sebculi !” u3’omey. (ÇM-Ğvant) Ayşe kimin çocuğu olur ise olsunCanım, cicim !diyor. → nculi


sebze i. Sebze. [< Far.] Skidala menç’u şeni dido sebze oç’k’omu uk’orems. (FN-Ç’anapet) Sağlıklı yaşamak için bol sebze yemek gerekiyor. Tangrik meyve do sebze k’uli-muşik ç’k’omaz ya do oçanams. (AH-Lome) Allah meyve ve sebzeyi kendi kulu yesin diye verir. Mjoroni do mç’imoni t’aronis sebze k’ai içanen. (AH-Borğola) Güneşli ve yağmurlu havada sebze iyi ürün verir. → lilve; zerzevati


seçimi (PZ ~ AŞ) i. Seçim. Ma ham seferi moxt’asen seçimis reyi-şk’imi sosyalist’epes mepçare. (PZ-Cigetore) Ben bu sefer gelecek seçimde oyumu sosyalistlere vereceğim. Ar tuta şuk’ule belediye-seçimepe on. Hi-şeni vulur-movulur do leba nena memaçen. (AŞ-Ok’ordule) Bir ay sonra belediye seçimleri var. Ondan dolayı gidip geliyorum ve geç cevap verebiliyorum. Hust’ineri seçimi himu reyi va-mepçare. (AŞ-Ok’ordule) Şimdiki seçimde ona oy vermeyeceğim. → k’ok’oğmalu; 3xunaII


sedek’e (PZ)(AH-Lome) i. Sadaka. [< Arp.] Dilenciye verilen para. Xasanik sedek’e niçams. (PZ-Cigetore) Hasan (kendisi için) sadaka veriyor. Muşi şeni sedek’e (= ti-muşişi sedek’e) niçams. (AH-Lome) Kendi için sadaka veriyor. → sadaka


sedi i. Set. [< Arp.] Xasani na-golanç’varu çayişi sedi golaç’ums do hemuşi dumani yulun. (AH-Lome) Hasan temizlediği çay setini yakıyor da onun dumanı çıkıyor. Çayişi jin sedis mt’k’a golaçans. Xasanik drap’anite meç’k’orums. Mt’k’ape kyokişen var-e3’k’aşi a-jur tutaşi xolo komulun. (AH-Lome) Çayın üst setinde dikenler var. Hasan orakla kesiyor. Dikenleri kökünden sökmezsen bir-iki ay sonra tekrar gelir. Dişka sediz mot-nosvaramt. Gzas aykiri golobğit. (AH-Lome) Odunu sete yaslamayın. Yolda yanlamasına yığın.


sediri (AŞ) i. Sedir. [< Arp.] Suleymani sediri goyindven. Dinciy. (AŞ-Ok’ordule) Süleyman sedire uzanıp uyuyor. Dulyaşa moxt’asi sediri golinciren. (AŞ-Ok’ordule) İşten gelince sedirde uzanılıyor. mesofa, memsofa, mensofa, memsufa; divani


seenti → serenti


sefali[1] (AH) s. Sevimli. Çiçku-berepek opoxuz gyoçk’amt’aşi dido sefali iven. (AH-Borğola) Küçük çocuklar emeklemeye başlarken çok sevimli oluyorlar. P’uç’a berepe sefali iven. (AH-Borğola) Cüce çocuklar sevimli olur.


sefali[2] (AK) s. Tuhaf. Mu sefali bere ren ! Kuyi stei yerepes dolocans. (AK-Döngelli) Ne tuhaf bir çocuktur ! Kuyu gibi yerlerde yatıyor. → t’evaffi; t’uafi


seferi (AK) i. Sefer. [< Arp.] Defa. [< Arp.] Kere. [< Arp.] Kez. Çkar şansi var-miğun. Aya masumani seferi ren hep-yeği mulun. (AK-Döngelli) Hiç şansım yok. Bu üçüncü seferdir hep-yek geliyor. → fori, fara; defa


sefi[1] (PZ) i. Hata. Xasanik sefi-muşite k’ok’itorams. (PZ-Cigetore) Hasan kendi hatasıyla mahvoluyor.


sefi[2] (AŞ) s. Yanlış. Alevipe şeni na-mişk’unan dido şeyi sefi domogurey. (AŞ-Ortaalan) Aleviler hakkında bildiğimiz çok şey bize yanlış öğretilmiş (= kelimesi kelimesine : “bize yanlış öğrettiler”). → elakteriI-2, II-2; xilafiV


sefili (ÇM-Ğvant) s. ve i. Aptal. Saf. Sefili dva3’onu do ma momoğuredinay. (ÇM-Ğvant) Beni aptal sandı da kandırıyor. Ali sefilepe gotoruy. Sefili di3’onen. (ÇM-Ğvant) Ali safları takıp dolaştırıyor. Saf sanılıyor. → k’oft’e; budala; banga[2]; gangara; gangu


selami i. Selam. [< Arp.] # Keç’opi mendiği selami-şk’imi / Leba mayu. Gyuli, va-gomaktinen. (AŞ, A.A.) Al, götür selamimi / Geç kaldım. Gyuli, geri dönemiyorum. Lazuri nena na-oromanpez p’orca opşa selami buncğonam. (AH-Borğola) Lazca dilini seven herkese kucak dolosu selam yollarım. Kemalik noğas gulut’aşi k’ai na-içinoms k’oçepes eluz*i3inams do selami meçams. (AH-Borğola) Kemal çarşıda gezerken iyi tanıdığı insanlara tebessüm edip de selam veriyor. Noğas mendraşen ar k’oçi doviçini. Coxo-muşi var-gumaşinet’u. Ama muk çkimda moxtu do selami momçu. (AK-Döngelli) Çarşıda uzaktan bir adamı tanıdım. Adını hatırlamıyordum. Ama kendisi bana gelip selam verdi.


seloba (ÇM) i. Sel. K’at’a 3’ana ruba xinci gonduy. Seloba asi 3’ari iğay. (ÇM-Ğvant) Her sene köprü kuruyor. Sel olunca su götürüyor. M3’eyaneri seloba ruba birden bet’i mcalepe dolotoruy (*), zuğa k’ale iğamt’u. (ÇM-Ğvant) Geçenlerdeki selde dere çok büyük ağaçları içine çekip denize doğru götürüyordu. [(*) “..... çekip ..... götürüyordu”nun karşılığı olarak verilen “...... dolotoruy, ...... iğamt’u” ifadesi, yazılı Türkçe ifadenin kopyasıdır. Doğal konuşma Lazcasında “... dolotorumt’u do ...... iğamt’u.” şeklinde söylenir.]


semeri-k’anca (ÇM) i. Semerin kancası. Ali n3xeni yuk’i mvobasi didi toç’i semeri-k’anca cek’uğay. Yuk’i p’ot’e-ti var-colay. (ÇM-Ğvant) Ali ata yük vurunca büyük ipi semerin kancasına bağlıyor. Yük hiçbir zaman düşmüyor.


semsiye (ÇM) i. Şemsiye. [< Arp.] Semsiye uğurt’aşa va-mç’iy. Var-uğurt’aşa mç’ima cok’açay. (ÇM-Ğvant) Şemsiyesi varken yağmur yağmıyor. Olmayınca yağmura tutuluyor (= yağmur onu tutuyor). Xoşk’ak’ali hik’u zerbi mç’imu do semsiye gamaç’irdu. (ÇM-Ğvant) Dolu öyle hızlı yağdı ki şemsiyeyi yırttı. # “Mç’imate dovi3’ari / Va-miğurt’u semsiye.” - “Gurepe dologiç’u / K’ululişi Saniye.” (ÇM-Ğvant, atma türkü) “Yağmurdan ıslandım / Yoktu şemsiyem.” - “Yüreklerini yaktı / K’ululi-gillerden Saniye.” → şemşiye


semti (AK) i. Taraf. Kısım. Duşemeşi ar semti ilakteri ren. (AK-Döngelli) Döşemenin (= zemin yüzeyin) bir tarafı meyillidir. Ont’ules na-ren ncaşi uşkiris mjura geçaşi ar semti ilamç’itanen. (AK-Döngelli) Bahçede bulunan ağaçtaki elmaya güneş vurunca bir tarafı kızarıyor. → t’arafi


senduği (PZ ~ AŞ) i. Sandık. [< Arp.] Ayşeşi senduğis na-on dolokunape-muşi Xasanik p’anda şişolums. (PZ-Cigetore) Ayşe’nin sandığında olan giysilerini Hasan her zaman karman çorman ediyor. Ham mişi senduği on ? Nak’u ntxiri cebğun ! (PZ-Cigetore) Bu sandık kimindir ? Ne kadar fındık konulmuş (= içine dökülmüş haldedir) ! Na-gorum porça senduği goyozun. (AŞ-Ortaalan) Aradığın eşya sandığın üzerindedir. → kon3oli; sanduği; çebuk’i, çebuk’ina


seneri → asenen


serbesluği i. Serbestlik. [< Fars. + Tür.] Özgürlük. Mtel k’oçiz, serbesluğite oskidu şeni kianaz na-golulun sosiali do idari nizamişa xak’k’i uğun. (FN-Ç’anapet) Her insanın, özgürce yaşamak için dünyada geçerli sosyal ve idarî düzenin olmasına hakkı vardır.


serenderi/ serende (PZ-Cigetore), serendi (ÇM), serende (AŞ) i. Serender. Kiler. [< Far.] Geleneksel Laz mimarlığında farelerin girmesini engelleyecek şekilde dört adet direk üstüne oturtulan ahşap ambar. XasanikSerenderis eft’aredeyi msk’ala konomp’onams. Eyulut’aşa elust’un do colams. (PZ-Cigetore) Hasan kilere merdiven dayayıp çıkarken yana doğru sıyırıp kayarak düşüyor. Xasanik serendes mt’a meşk’ambarums. (PZ-Cigetore) Hasan kilere yanlamasına ot sıkıştırıyor. P’ap’u-şk’imik na-3’opxu serenderi ok’ixu. Ağani-muşi p’3’opxare. (PZ-Cigetore) Dedemin yaptığı serender bozuldu. Onarıp yenisini yapacağım. K’at’u serendes cexosk’un. (PZ-Cigetore) Kedi serenderin üzerinde geberiyor. Ntxiri serendi cemibğun. (ÇM-Ğvant) Fındığım naylada (*) yere dökülmüş halde duruyor. Ayşe ntoleri lazut’epe serendi celvobğay. (ÇM-Ğvant) Ayşe koçanından ayıklanmış mısır tanelerini naylaya (*) seriyor. [(*) Çamlıhemşin’li Lazlar’da Lazca konuşurken serendi, Türkçe konuşurken “nayla” denir. S.Y.] Serende ar k’ale kocextu. Ç’umani tamiri p’are. (AŞ-Ok’ordule) Serederin bir köşesi çöktü. Yarın tamir edeceğim. P’ap’p’u-şk’imi na-u serende ok’k’ixu. Ç’umani ptamirare. (AŞ-Ortaalan) Dedemin yaptığı serender bozuldu. Yarın tamir edeceğim. → nayla (FN)(AH-Borğola); serenti/ seenti


serendi-parpa (ÇM) i. Serenderin yuvarlak fare korumacısı. AliMtuyepe moy-eyalert’andeyi serendi-parpa goişiray. (ÇM-Ğvant) Ali naylanın (*) yuvarlak fare korumacının etrafını farelerin çıkamamaları için aşındırıyor. [(*) ÇM’li Lazların konuştukarı Türkçe’de “serender”e “nayla” denir.] → parpa[1]-II; naylaşi parpa[2]-III


serenti/ seenti (AH ~ HP ÇX) i. Serender. Geleneksel Laz mimarlığında farelerin girmesini engelleyecek şekilde dört adet direk üstüne oturtulan ahşap ambar. Lazepeşi k’at’a oxorişi yanis ar serenti ar çkva mandre gedgin. (AH-Lome) Lazların evlerinin yanında bir serender, bir de mandıra olur. Cemali seentiş tude e3’uxen. (AH-Lome) Cemal serenderin altında oturuyor. Luği serentişi xayatiz omç’k’vinams. (AH-Lome) İnciri serenderin balkonunda kurutuyor. Serentiz ntxiri gemiz*in. (AH-Lome) Serenderde fındığım var. CumadikSerentişi tude mç’ima nobğamzya do dişka doloxe amadumers. (AH-Lome) AmcaSerenderin altına yağmur serpiştiriyordiye odunu içeri koyuyor. Emine xalak nez*i goru do nanak serentiz gyut’axams. (AH-Lome) Emine halam ceviz istedi de annem serenderde kırıyor. Nusak dolokunu naxu. T’aoni mç’ima ren. Seentiş tudele e3’ok’idams. (AH-Lome) Gelin çamaşır yıkadı. Hava yağmurlu. Serenderin altında asıyor. Serentiz na-işinaxen tkomineri uşkuri dido nostoneri iven. (AH-Borğola) Serenderde saklanan tazeliği gitmiş elma çok lezzetli olur. Serentepeşi k’uçxepez mtugiz mot-yalet’az ya do ncaşi kara uxenaman. (AH-Borğola) Serenderlerin bacaklarından fare çıkamasın diye ağaçtan yuvarlaklık yapıyorlar. Se(r)entis tude berepek istere(r)enan. T’axeyi t’abağis ç’anç’axoni k’izi do ç’at’ali naşkve(r)enan. (HP-P’eronit) Serender altında çocuklar oynamış. Kırık tabakta çamurlu kaşık ve çatal bırakmışlar. → serender/ serende, serendi; nayla (AŞ-Ortaalan ~ AH)


sergi (AK) i. Sergi. Örtü. İsmailik tiraktorişi kasas sergi dulumpinaps do dik’a gyobğaps. (AK-Döngelli) İsmail traktörün kasasına sergi (= örtü) seriyor da buğday döküyor. → etvaşe; orti


seri/ ser/ seyi/ sei i. ve z. Gece. I. (PZ ~ ÇX) i. Gece. Ğoma seris gzas xortlaği bz*iri doma3’onu. Domk’uti. (PZ-Cigetore) Dün gece yolda hortlak gördüğümü sandım. Ürktüm. Kormepe seris doyanure-nişis diyaneran. (PZ-Cigetore) Tavuklar gece kümeslerinde tünüyorlar. Ali seri-gverdi miyoxu. (ÇM-Ğvant) Ali beni gece yarısı çağırdı. Puci do nceni ok’ortey do serişa p’et’elaman. (AŞ-Ok’ordule) İnek ile danayı ayırdılar. Akşama kadar bağırıyorlar. Seri diyu. Çona va-miğunan. Ama tuta şk’u mitanaman. (AŞ-Ok’ordule) Gece oldu. Işığımız yok. Ama ay bizi aydınlatıyor. Moxt’ana ordo moxt’i. Seri-gverdi moy-mulur. (AŞ-Ortaalan) Gelirsen erken gel. Gece yarısı gelme. Lu serişe mocibare. Ndğalerişa omçetinare. (AŞ-Ortaalan) Lahanayı akşamdan hafifçe kaynatacaksın. Gündüze kadar bekleteceksin. Muxtarik, t’alebepek seriz mektebişi darabaz na-nonç’arez sloganepe nojilams. (FN-Ç’anapet) Muhtar, öğrencilerin gece okulun ahşap ara bölmesine yazdıkları sloganları siliverdi. Berek seyiz gepsums. (FN-Ç’anapet) Çocuk gece altına işiyor. Seriş gverdiz p’alik’aepe keyemabğez. (FN-Sumla) Gece yarısı delikanlılar ansızın, ummadık şekilde geldiler. Aşek komoli-muşiz şuri şeni k’at’a seriz xvamums. (FN-Sumla) Ayşe kocasının ruhuna her gece dua ediyor. Serişi gverdi dix’u do xolo var-manciren. (AK-Döngelli) Gece yarısı oldu da yine de uyuyamıyorum.

II. (FN-Sumla ~ AH HP ÇX) z. Gece. Geceleyin. Berek seri oncirez gepsums. (FN-Sumla) Çocuk gece altına işiyor. Bere zabuni na-ren şeni seyi bgarineri gamalams. (AH-Lome) Çocuk hasta olduğu için gece ağlayarak uyanıyor. Nandidik seri 3’k’unite mk’usinams do çku-ti var-monciyaman. (AH-Lome) Büyükanne gece ağrıdan inleyip bizi de uyutmuyor. Puci-çkunik ndğaleri na-ç’k’omu tipi seri mk’oums. (AH-Borğola) İneğimiz gündüz yediği otu gece geviş getiriyor. # Seri tuta va-rt’u. Si memotani. (AH, anonim) Gece ay yoktu. Sen bana ışık tuttun. Seri malteşi berek oxori-muşişe gelulurt’aşi na-aşkurinen şeni bere-çkimik hemuz gyatxozen. (AH-Borğola) Gece komşunun çocuğu evine giderken korktuğu için çocuğum ona eşlik ediyor. Burbu seri putxun do korba oz*ğams. (AH-Borğola) Yarasa gece uçar ve karnını doyurur. Serişi gverdiz nek’na ik’ank’uşi emp’k’uti. (AH-Borğola) Gece yarısı kapı çalınınca ürktüm. Noğaşi tepe seri randums. (AH-Borğola) Çarşının ışıkları gece parlıyor (= yansıyor).


seri-gverdi (ÇM ~ AŞ) z. Gece yarısında. Ali seri-gverdi miyoxu. (ÇM-Ğvant) Ali beni gece yarısı çağırdı. Seri-gverdi moy moxt’i ? Gap’ant’u-i ? (AŞ-Ok’ordule) Gece yarısı niye geldin ? Şaşırdın mı (*) ? [(*) “Kafayı mı yedin ?” anlamında da denilebilir.] Moxt’ana ordo moxt’i. Seri-gverdi moy-mulur. (AŞ-Ortaalan) Gelirsen erken gel. Gece yarısı gelme. → seriş oşk’endas; serişi gverdiz


seri-mç’umale/ sei-mç’umale (FN-Sumla) i. Cırcırböceği.


seri-ndğaleri/ seyi-ndğaleyi (AH) z. Gece gündüz. Sabah akşam. KçinikMot-bğurut’aya do seyi-ndğaleyi Tangriz axvamen. (AH-Lome) Yaşlı kadınÖlmeyeyimdiye sabah akşam Tanrıya dua ediyor. → ser-ndğaleriz; saba-axçam


serini s ve i. I. s. Serin. Mja bak’laç’ite mjoraz nuz*in. Serini ar soti keladgi. (AH-Lome) Süt bakracın içinde güneşe karşı duruyor. Serin bir yere kaldır. Andğa bavra k’ai ilabars. X’ona serini yen. (AK-Döngelli) Bugün rüzgâr iyi esiyor. Tarla serindir. II. i. 1. Serinliği. Pucepez lumcineri seriniz omcu k’ai u3’onan. Ala ma oxoşe bulut’aşa gzaz gemilumcun. (AH-Lome) Hayvanlar akşam serinliğinde otlamayı seviyorlar. Ama ben eve gidene kadar yolda karanlığa kalıyorum. 2. Serin yer. Bere-çkimiz dido daç’k’indu. Seriniz m3ika elacans. (AH-Lome) Çocuğum çok yoruldu. Serinde biraz uzanıp dinleniyor.


ser-ndğaleriz (FN) z. Gece gündüz. Şani ser-ndğaleriz xen do mu izmons var-miçkin. (FN-Ç’anapet) Şani gece gündüz oturup ne hayal ettiğini bilmiyorum. → saba-axçam; seri-ndğaleri


sersi (AH ~ HP ÇX)(AK) i. Ses. 1. İnsan sesi. Sersik randums. (AH-Borğola) Ses yankılanıyor. Seri galeşen na-moxtu ouruşi sersiten oxoriz na-renpe eipxasez. (AH-Borğola) Gece dısarıdan gelen kadın çığlığıyla evdekiler aniden ayaklandılar. 2. Hayvan sesi, kuş sesi vs. K’uk’upeşi sersi vognatşi meagnep’t’it ki x’onaşa ç’k’emi meçamuşi ora moxtu. (AK-Döngelli) Guguk kuşlarının sesini duyduğumuzda anlıyoruz ki tarlaya tohum atma zamanı geldi. 3. Herhangi şeyden çıkan ses. Karmat’ek lazut’i gemku bekita. NanakLazut mot-geskidut’azya do xaroz na-guragadams sersi mulun. (AH-Lome) Değirmen mısırı öğüttü galiba. AnneminMısır kalmasındiye xaronun etrafına vurduğu sesler geliyor. Oxorca ! Berepez misa doxenapi. Televizyonişi sersi var-bognam. (AH-Borğola) Hanım ! Çocukları sustur. Televizyonun sesini duymuyorum. Ğalişen k’at’a oraz oçxiyaluşi sersi mulun. (AH-Borğola) Irmaktan her zaman şarıldama sesi (=akıntı sesi) gelir. Farik ar ç’it’a sersi ognaşi gok’u3xun. (AK-Döngelli) Fahri küçük bir ses duyduğunda uyanıyor. Musa ! Ont’uleşen opuşonuşi sersi ren. Mendo3’k’edi ! Vaşa mumçkvi mot-t’az ! (AH-Borğola) Musa ! Tarladan eşeleme sesi geliyor. Bakıver ! Sakın porsuk olmasın ! A m3ika sersi şignu-i bere yeşkurdun. (AK-Döngelli) Biraz ses duyunca çocuk ürküyor. → nenaII; sesi; [insan sesi] xoma


sesi (AK) i. Ses. Osmanik sesi-muşi iktiraps do papuli-muşis nungapinaps. (AK-Döngelli) Osman sesini değiştiriyor da [kendi sesini] dedesine benzetiyor. → nenaII; sersi; [insan sesi] xoma


sevaili (FN) i. Sahil. 3’oxlepez sevaili k’ele mtelli çoli t’u-doren. 3’k’ayi moşkva ivayiz princi gyotasamt’ez-doren. Ha3’i princona çkar var-doskidu. (FN-Sumla) Eskiden sahil taraf hep bataklık imiş. Su bol olunca pirinç ekiyorlarmış. Şimdi pirinç tarlası hiç kalmadı. Eminek bozo-muşi sevailişa komeçu. (FN-Sumla) Emine kızını sahile (= deniz kenarına, alçak bir bölgeye) verdi. → noğaII, mzuğa-p’ici, zuğaşi p’ici


sevap’i (PZ)(AŞ), sevap’p’i (AŞ-Ortaalan) i. Sevap. [< Arp.] Alik namazi oxenute sevap’i klimums. (PZ-Cigetore) Ali namaz kılarak sevap kazanıyor. Sevap’i ikazanay. (AŞ-Ok’ordule) Sevap kazanıyor. Nak’k’u-ti yardumi oğodasen hik’k’u sevap’p’i ayen. (AŞ-Ortaalan) Ne kadar yardım edecekse o kadar sevap kazanır. → sebabi; natanen[2]-II


sevda i. Sevgili. Sevda-şk’imi ona doloxendo şkimi şeni gamixvalen. (PZ-Apso) Sevgilim tarladan benim için (= bana haber vermek için) öksürüyor. # Melenk’ale moy gulur ? / Uça 3’i3’ila re-i ? / - Nak’u sevda miyonun ? / Ok’k’obi3’ilare-i ? (AŞ-Ortaalan, anonim) Karşı yakada niye geziyorsun ? / Siyah yılan mısın ? / - Ne kadar sevdam var ? / İkiye mi ayrılacağım ? → sevdali; culi, gyuli; yari; s. ve i. oroperi, x’oroperi, x’oropeli


sevdali i. Sevgili. # Dest’ani ginç’aram K’alayi-Onay / Puci oncinamt’i Elagza-onay / Muti mo-u3’omer Emine çonay / Gamaxt’ana giyonare sevdali. (PZ-Noxlamsu, İ.P.) Dest’aniyi (= aşık şarkısını) sana yazıyorum K’alayi-Onada / İneği otlatıyordum Elagza-onada / Bir şey söyleme Emine ışığa / Dışarı çıkarsan seni götüreceğim sevgilim. → sevda; culi, gyuli; yari; s. ve i. oroperi, x’oroperi, x’oropeli


seyi (AH) i. Seyir. [< Arp.] ♦ [dey. seyi ikoms (AH) : seyrediyor.] İsrailik Filistinis na-oğodamspe dunyak seyi ikoms. (AH-Lome) İsrail’in Filistin’e yaptıklarını dünya seyrediyor. → seyiri ikuy; iseyirams, iseriyams, iseyiray


seyi-ndğaleyi → seri-ndğaleri


seyiri (AŞ) i. Seyir. [< Arp.] ♦ [dey. seyiri ikuy (AŞ) : seyrediyor.] Ti-mole moxt’i. Hakolen vrossi seyiri gaxxenasen. (AŞ-Ortaalan) Beriye doğru gel. Buradan iyi seyredebileceksin. → seyi ikoms; iseyirams, iseriyams, iseyiray


-si (PZ-Cigetore ~ AŞ-Ok’ordule) [cümlemsi s.-e. : Vuayel arkasında -si biçimi, konson arkasında -i biçimi kullanılır. Nadiren konson arkasında -isi biçimi de gözlemlenir.] (-diği)nde. (-eceği)nde. Musa emice moxt’usi oxoris eba-şk’imi var-ot’u. Nana-şkimis p’i vuk’itxi livadişa vuk’ap’i. (PZ-Cigetore) Musa amca geldiğinde evde babam yoktu. Anneme sormadan ben bahçeye koştum. Vit-do-şk’it 3’aneri vort’i, mektebi mevaşk’visi. (PZ-Cigetore) On yedi yaşındaydım, okulu bıraktığımda. Gzalepe zeni asi mç’imate ç’oç’oxi dogutun. (ÇM-Ğvant) Yolları düz yaparsan yağmurda çamurlu durur. Ma pxaşk’asi ek’emoç’ay. (ÇM-Ğvant) Ben tarlaya tohum verince ardım sıra başlıyor. Ğoberi muçemi var-asi, elibaray, ok’ixven. (ÇM-Ğvant) Çiti dayanıklı yapmazsan (= sen yapmadığında) hafif rüzgârda (= rüzgâr hafif essin de) bozulur. Bedi-şk’imi limci leba dovijinasi ç’umanişi ordoşa cemok’u3xinay. (ÇM-Ğvant) Babaannem ben gece geç yatınca sabah erkenden beni uyandırıyor. K’at’u nok’açasi k’oçi gopu3xonuy. (ÇM-Ğvant) Kediyi sıkıştırırsan (= bıktırırsan) insanı tırmalar. Na-iyupe vu3’visi goiç’irdu. (ÇM-Ğvant) Olanlarını ben ona söyleyince üstünü başını yırttı. Bere-muşi ğurusi goift’ilu. (ÇM-Ğvant) Çocuğu ölünce parçalandı. Badi dobiyisi toli ok’omaxven. Cozluği-suzi lemşi toç’i va-gomanden. (AŞ-Ok’ordule) Yaşlanınca gözlerim bozuluyor. Gözlüksüz iğneye iplik geçiremiyorum. Muradi kva ot’oçusi xanç’ali momat’t’u. (AŞ-Ok’ordule) Murat taş atınca dirseğime vurdu. Ma-ti k’uçxe-modvalu megiğart’u. Si moxt’isi moxvadu. Huy si mendiğare. (AŞ-Ok’ordule) Ben de sana ayakkabı getirecektim. Sen gelince uygun düştü (= denk geldi). Şimdi sen götürürsün. E, cuma-şk’imi ! Munde İstanbulişa moxt’are ? Moxtasi minci cet’t’ağaneri pşk’omaten. Ti-sk’ani vrossi o3’edi. (AŞ) Ey, kardeşim ! Ne zaman İstanbul’a geleceksin ? Geldiğinde çökelek tavalaması yiyeceğiz. Kendine iyi bak. → -i[2]/-isi; -su (AŞ-Ortaalan); -sini (AŞ-Ortaalan); -is/-sis; -iz/-yiz; -şi


si (PZ ~ AH), si/ sin (HP)(AK), sin (ÇX) ş.z. [sin do ma “seninle ben” deyiminde her diyalektte sin biçimini alır] Sen. ♦ aps.-erg.-dat. si/ sin. 1. aps. Sen. Seni. Cuma-şk’imi, suret’i-sk’ani komaziru. Si p’ot’e badi var-iyare. (AŞ-Ok’ordule) Kardeşim, resmini gördüm. Sen hiçbir zaman ihtiyar olmayacaksın. Ma si iri ora cuma st’eri mazin. (AŞ-Ortaalan) Ben seni her zaman kardeş gibi görürüm. Si, skiri, k’oçinobaz kogamaxti-doren. (AH-Lome) Sen, yavrum, insanlıktan çıkmışsın. SiŞak’a bu3’umerya do giçkin. Ala hemuz damtilanen. (AH-Lome) SenOna şaka söyledimdiye sanıyorsun. Ama o, gerçek olduğunu sanıyor. Ç’umeneri noderişa ifti si moxti. (AK-Döngelli) Yarınki imeceye önce sen gel. Mendraşen si var-maçinobu. (AK-Döngelli) Uzaktan seni tanıyamadım. Sin mundes-ti-na ida, man-ti emmaxtis vidaun. (ÇX-Çxalazeni, TM) Sen ne zaman giderse ben de o zaman gideceğim. 2. erg. Sen. A3’i du-şeşi vistola do si z*iri. (AK-Döngelli) Şimdi dü-şeş atayım da sen gör. Sin mutxa x’va, man-ti iya p’aun. (ÇX-Çxalazeni, TM) Sen ne yaparsan ben de onu yaparım. 3. dat. Sen. Sana. Senin. Si mu cegozun ? (ÇM ~ AŞ) Adın ne ? Si mu gegoz*in ? (FN ~ AH) Adın ne ? Si mu gcoxons ? (AH ~ HP) Adın ne ? Boyne si mekçare-i ? (AH-Lome) Her zaman sana mı vereceğim ? Si mu ginonna x’vi. Ma si var-megağer. (HP-P’eronit) Sen ne istersen yap. Ben sana engel olmam. → skaniz

pos.-gen. sk’ani (PZ ~ AŞ). Senin. 1. pos. 2. gen. a. [sk’ani + isim] Sk’ani 3’una şk’imişi şk’ala dada n. (ÇM-Ğvant) Senin ağrın, benimkinin yanında oyuncak. b. [isim + -sk’ani] # Avla-sk’ani omcore / Ç’epri mevupinare / Si moyç’andi do idi / Ma cek’egipinare. (ÇM-Ğvant, anonim türkü) Avlun güneye bakıyor / Kendir (kurutmak için) sereceğim / Sen çağır ve git / Ben arkandan (hayvanları) süreceğim. Emuca-sk’ani mcumori ak’vandi do komoiği. (AŞ-Ok’ordule) Öteye geç. Amcandan sirke iste de getir. Bilezuği-sk’ani çarşaffi elanzik’i do komeşk’advi. (AŞ-Ortaalan) Bileziğini çarşafı kaldırıp içine koy. c. [sk’ani] Seninki. Şk’imi mamuli sk’ani cojginay. (ÇM-Ğvant) Benim horozum seninkini hemen yeniyor. Ali juma-muşiMaroni na-p’ç’opaten k’inçi sk’ani on. Majurani na-p’ç’opaten k’inçi şk’imi on.u3’u. (ÇM-Ğvant) Ali kardeşineİlk yakalacağımız kuş senin. İkinci yakalacağımız kuş benim.” dedi.

pos.-gen. skani (FN ~ ÇX). Senin. 1. pos. 2. gen. a. [skani + isim] Skani oxorişi ar k’at’iz nak’o toli ren ? (AH-Lome) Senin evinin bir katında kaç bölüm var ? b. [isim + -skani] Ar tuta ogine Mp’oliz bort’i. Emuca-skani bz*iri. Jurik gyari p’ç’k’omit. (FN-Sumla) Bir ay önce İstanbul’da idim. Senin amcanı gördüm. Birlikte (= ikimiz) yemek yedik. Nana-skaniz oromna xark’işi nanaz mot-ogor. (AH, atasözü, K.A.) Ananı seviyorsan başkasının anasına küfür etme. K’ap’inei k’ap’inei oxo-skanişa igzali. Ok’ogim3’k’upun. (FN-Sumla) Çabuk çabuk (= koşa koşa) evine git. [Farkında değilsin ama] akşam oluyor. c. [f.-i. + -skani] Ham seri omk’usinu-skanite miti var-anciru. (AH-Lome) Bu gece senin inlemenle kimse uyuyamadı. d. [skani] Seninki. Emineşi biç’i dido ç’ut’a ren. Skani epeyi morderi ren. (AH-Lome) Emine’nin oğlu çok küçüktür. Seninki epeyce büyümüş.

dir.-abl. sk’aninde/ sk’ande/ sk’anda (PZ), sk’anda (ÇM ~ AŞ-Ok’ordule). Sana. Sana doğru. Senden. Sk’aninde ma xeyiri bz*irat’u-i ? (PZ-Cigetore) Senden ben hayır mı görecektim ? Sk’anda majvani mi-ti-na moxt’asen moxt’as vati vixela. (PZ-Cigetore) Senden sonra kim gelirse gelsin sevinmeyeceğim. Nak’u ndğa on ç’i sk’anda xaberi var-emaç’opu. Muti gağodu-i ? Ordo xaberi komomçana xaz*i mayasen. (PZ-Cigetore) Kaç gündür senden haber alamadım. Bir şey mi oldu sana ? Tez haber verirsen memnun olacağım. Ali do İhsani sk’anda muluran. (PZ-Cigetore ~ ÇM) Ali ile İhsan sana geliyorlar. Sk’anda k’ale vot’omar. (ÇM-Ğvant) Sana doğru atıyorumHa-st’eri dulya sk’anda var-mepşonumt’i. (ÇM-Ğvant) Böyle bir işi senden beklemiyordum.

dir. sk’anda (AŞ-Ortaalan), skanda (FN), skande (AH), skanda (HP ~ ÇX). Sana. Sana doğru. Ma skande k’ele bivare. (AH-Lome) Ben sana taraf olacağım. Ma skande p’ot’e k’ap’ula va-memadven. (AH-Lome) Ben sana hiçbir zaman güvenemem. Ma ham dosya komegincğoni miçkit’u. Skande var-idu-doren. Xolo gincğonam. (AH-Borğola) Ben bu dosyayı sana yolladığımı sanıyordum. Gitmemeş. Tekrar gönderiyorum. Na-p’ç’aripe skande gendğani gincğonare. (AH-Borğola) Yazdıklarımı sana yarından sonra yollayacağım. Skanda mutu var-ix’vet’u. Ama bere-skani gimxors. (AK-Döngelli) Sana bir şey olmazdı. Ama çocuğun seni yiyip bitiriyor.

abl. sk’ande (AŞ-Ortaalan), skanden (FN ~ ÇX). Senden. Na-momçi culi dopurcu. Sk’ande xolo nena var-on. (AŞ-Ortaalan) Verdiğin gül soldu. Senden hâlâ ses yok. Ali na-elusun na-celusun doxesap’ana sk’ande vrossi xali uğun. (AŞ-Ortaalan) Ali’nin sağda solda sahip olduğu şeyleri hesaplarsan senden iyi hali var. Mot-mğoram. Mitis skanden var-aşkurinen. (FN-Sumla) Bağırma. Kimse senden korkmuyor. Çkimde skanden met’i çkar miti var-mulun. (AH-Lome) Bana senden başka kimse gelmiyor. Cuma-çkimişi oxorca skanden sum 3’ana didi ren. (AH-Lome) Kardeşimin kaısı senden üç yaş büyüktür. → skanişen


sica (ÇM ~ HP ÇX)(AK) i. Damat. Amedi sica-şk’imi iyen. (ÇM-Ğvant) Ahmet benim damadım oluyor. Ali ma sica ma(y)en. (AŞ-Ok’ordule, Ortaalan; FN-Ç’anapet) Ali benim damadım oluyor. Damtirek sica-muşi om3kvamz do berez oncğore gyut’alams. (AH-Lome) Kaynana damadını övüp çocuğu utandırıyor. Damtirek sicaz cebiz k’aumişi doludumers. (AH-Lome) Kaynana damadın cebine kavrulmuş fındık koyuyor. Ali ma maven. - Mu gaven ? - Sica maven. (AH-Lome) Ali bana akraba olur. - Neyin olur ? - Damat olur. Damtirek kotumeşi t’ut’uli sicas uşinaxams. (AH-Lome) Kaynana tavuğun budunu damada saklıyor. Damtirek noğamisas lira nodaz*u. Sicas-ti k’ravadis altuni toka eludaz*ams. (AH-Lome) Kaynana geline lira taktı. Damadın kravatına da altın toka takıyor. Sicaz na-çasen mamuliz ti a şvaciz non3alu. (AH-Borğola) Damada yedireceği horozun başını bir anda uçurdu (= kesti). Ali çkimi sica domax’ven. (AK-Döngelli) Ali benim damadım oluyor. Ali çkimi sica ren. (AK-Döngeli) Ali benim damadımdır. → enişt’e (PZ); noğame


sicalik’oba (FN ~ AH HP ÇX) i. Damadın kayınpederi ve kaynanasına ettiği ziyaret. “Damatlık”. Sicalik’obaşa bidaşi mtiri-çkimik kotume nok’vatams do mçams. (AH-Borğola) Damatlığa gidince kayınpderim tavuk keser ve bana yedirir.


sifet’i (PZ-Cigetore) i. I. Yüz. Surat. Haşo goiniğu do sifet’is ar moç’apxams ç’i ar k’o gişk’ut’uk’o ! (PZ-Cigetore) Böyle gerilip de suratına bir vuruyor ki bir bilseydin ! Alis m3udişi ar mutxa du3’vek’es hişo hersi mvalen ç’i k’oçişi sifet’is naft’ilen. (PZ-Cigetore) Ali’ye yalandan bir şey söyleseler öyle sinirleniyor ki adamın suratına dalıyor. Alis hersi mvalasi Xasanis xe-ceri sifet’is noft’ilams. (PZ-Cigetore) Ali sinirlendiği zaman Hasan’a elinin tersiyle suratına çarpıyor. Xasanişi sifet’i cakçandu. Çere amt’u. (PZ-Cigetore) Hasan’ın yüzü soldu. Rengi kaçtı. Xasani ! Sifet’i cegakçandu. Çere gamt’u. Beçi mutişa gaşk’urinu. (PZ-Cigetore) Hasan ! Yüzün soldu. Rengin kaçtı. Belki bir şeyden korktun. Xasanişi sifet’is lazut’işi msva nasvasi elvamç’itanen. (PZ-Cigetore) Hasan’ın yüzüne mısır yaprağıı değince [yüzünün] bir tarafı kızarıyor.

II. Fotoğraf. Resim. Nana-şk’imi k’odas sifet’i-şk’imi not’ambams. (PZ-Cigetore) Annem duvara resmimi yapıştırıyor. Refik’ik sifet’i zdams. (PZ-Cigetore) Refik resim çekiyor. → suret’i; me3’omilaII; resimi; sureti; fot’orafi, fot’oğrafi


sift’e (PZ-Cigetore) z. İlk. İlk önce. Sift’e terzis golovaktaten. Muç’e uruba na-gorum himus vumeselaten. Nak’u k’umaşi na-diç’is terzik şk’u mi3’vanen. Himu do ok’ayi k’umaşi eç’opuşa mendaft’aten. Himu do ok’ayi xolo terzişa mendaft’aten. K’umaşi hek mevaşk’vaten. (PZ-Cigetore) İlk önce terziye uğrarız. Nasıl elbise istediğini ona anlatacağız. Ne kadar kumaş gerektiğini terzi bize söyleyecek. Ondan sonra kumaş almaya gideceğiz. Daha sonra tekrar terziye gideceğiz. Kumaşı oraya bırakacağız. Xasanik ndğura na-mi3’upe ma ar m3ika u3xu momalu. - Sift’e si u3xu mogalu-i ? Himuk na-it’urspe ma p’anda opşa u3xu momalen. (PZ-Cigetore) Hasan’ın demin söyledikleri bana biraz garip geldi. - İlk defa mı sana garip geldi ? Onun söyledikleri bana her zaman çok garip geliyor. Bere diyinasi sift’e 3’ip’a deluşk’oraman. (PZ-Cigetore) Çocuk dünyaya geldiği zaman ilk önce göbek bağını kesiyorlar. Andğa ma laç’i memagu. “Memok’ap’asendeyi maşk’urinu. Sift’e na-bz*iri çuk’uris kodelevuk’ap’i. (PZ-Cigetore) Bugün bana köpek rastladı. “Bana kapardiye korktum. İlk gördüğüm çukurun içine hızla indim (= atladım). emogi; ipti; isti; ifti


sift’eneri (PZ-Cigetore) s. İlk. Xasanişi bozomotina-muşi sift’eneri mektebis masumani sinifis dosk’udun. (PZ-Cigetore) Hasan’ın kız çocuğu ilkokulun üçüncü sınıfta kalıyor. Ma nana-şk’imişi sift’eneri bere-muşi vore. (PZ-Cigetore) Ben annemin ilk çocuğuyum. emogindeni; moç’k’a; iptineri, iftineri


sift’erci (PZ) i. [çoğ. sift’ercepe] Atmacacı. Sift’ercepe ort’iç’i şeni gulurt’aşa şk’a do 3’ale k’o3’iğvareran. (PZ-Cigetore) Atmacacılar bıldırcın için gezerlerken belden aşağıya kadar ıslanıyorlar.


sift’eri (PZ ~ AŞ-Ok’ordule) i. Atmaca. Doğan. Şahin. Xasanik sift’eri şinaxums. Doyanures moluxes do k’at’a ndğa noxosirams sift’eri-muşis. (PZ-Cigetore) Hasan atmaca saklıyor. Kafesin içinde her gün dikizliyor (= gizlice bakıyor) atmacasına. Xasanik mcalepe k’arbums. Boda cobasen do sift’eri ç’opasen. (PZ-Cigetore) Hasan ağaçlara sırıkları çakıyor. Ağ kuracak da atmaca yakalayacak. Ham ndğalepe sift’eri oxovomç’um. (PZ-Cigetore) Bugünlerde atmaca ehlileştiriyorum. Ar sift’eri komiyonun. Velis oxovumç’um. (PZ-Cigetore) Bir atmacam var. Veli için ehlileştiriyorum. Sift’eri koximç’u. Var-imt’en. K’oçi nixolams. (PZ-Cigetore) Atmaca ehlileşti. Kaçmıyor. Adamı yanaştırıyor. Alişi sift’eri mxucis cemoxen. (PZ-Cigetore) Ali’nin atmacası omzuma konmuş halde duruyor. Şk’u ceceğeni-k’inçi vobiyam do sift’eri p’ç’opumt. (PZ-Cigetore) Biz ceceğeniyi oynatıp atmaca yakalıyoruz. Ç’edu sift’eri avla na-gvonunbun yat’oni celvoxunay. (ÇM-Ğvant) Ç’edu atmacayı kapı önündeki daha önceden konmuş ağaca oturtuyor. Sift’eri jindo cejun. Ort’iç’i ç’opuy. (ÇM-Ğvant) Atmaca yukarıdan aşağı doğru uçup bıldırcını yakalıyor. # P’ot’e var-miziramun ar bozo sk’ani st’eri / Toli mu dolomo3’er ağanişi sift’eri. (ÇM-Ğvant, Alost’a Ameka) Senin gibi bir kızı hiçbir zaman görmedim / Gözüme yılın ilk atmacası (= altı aylık atmaca yavrusu) gibi bakıyorsun. Xasani sift’eri omç’ay. (AŞ-Ok’ordule) Hasan atmacayı evcilleştiriyor. Ali, sift’eri golit’aşaMoy-viziramt’adeyi cet’obun. (AŞ-Ok’ordule) Ali, atmaca geçerkenGörünmeyeyimdiye çömelip saklanıyor. Sift’eri movut’t’i. Xolo ort’iç’i var-aç’opu. (AŞ-Ok’ordule) Atmacayı saldım. Yine de (atmaca) bıldırcını yakalayamadı. → atmaca; [erkek atmaca] mamuli3’i; [dişi atmaca] daduli3’i


sigara (PZ-Apso)(FN-Ç’anapet, Ç’enneti)(AH-Borğola) i. Sigara. [< Fra. < İsp.] Goişi k’ala sigara mot-şum. Heyaz alerji uğun. (FN-Ç’anapet) Goişi’nin yanında sigara içme. Allerjisi var. Doktorik cumadi-çkimizSigara mot-şumdeyi gamognapamz. Heyak na-uçkin steri ikoms. (FN-Ç’anapet) Doktor amcama sigara içmemesi gerektiğini anlatıyor. O, bildiği gibi yapıyor. Cumak, alimse-çkimik sigara na-şu az*iru tina heyaşen çkar toli var-mok’oğamz. (FN-Ç’anapet) Kardeşim, yeğenimin sigara içtiğini gördükten beri onun üzerinden gözünü hiç ayırmıyor. T’ora, sigara pşumt’itşa, baba kemat’ez. (FN-Ç’enneti) Az kalsın sigara içerken baba bizi görürdü (= o anda orada bulundu/ üzerimize geldi). Baloniz na-dolobubari sigaraşi k’oma, balonişi nuk’u oxobuşkvaşi galendo purinams. (AH-Borğola) Balonun içine üflediğim sigara dumanı, balonun ağzını bırakınca dışarı püskürür. Gyari p’ç’k’oma şkule gyarişi jin sigara magoren. (AH-Borğola) Yemek yedikten sonra yemeğin üstüne canım sigara [içmek] istiyor. Memet’ik sigaras men3’u şeni çakmağiz gelonçaxams. (AH-Borğola) Mehmet sigarayı yakmak için çakmağı çakıyor. → zigara, z*igara; tutuniII


sik’ali (FN) i. Mısır çiçeği. Orape moit’u3anuyiz lazut’ik sik’ali keşiğu. (FN-Ç’anapet) Havalar ısınınca mısır çiçeğini çıkardı (= açtı). → obğe[1]; bğapa


sili (FN ~ AH-Lome) i. Kütükleri yarmada kullanılan 15-20 santim boyunda 7-8 santim genişliğinde demir alet. Kama. Pederik silite nez*işi nca çitumz do dişka asen. (FN-Ç’anapet) Babam kama ile ceviz ağacını yarıyor ve odun yapacak. Dişka pçitomt’aşi sili bixmar. (AH-Lome) Odun yararken kama kullanıyorum. → sali, siyili


silisoni i. Solüsyon. [< Fra.] İçinde erimiş bir madde bulunan sıvı. Mustavak silisonite dimok’rat’i noç’abams. (AH-Lome) Mustafa solüsyonla kara lastiği (= ayakkabı) yapıştırıyor.


silups (ÇX) EA har.f. Siliyor. Mjve k’asetepe psilup. (ÇX-Çxalazeni, TM) Eski kasetleri siliyorum. Ferdik man kart’alis na-p’ç’ari entepeşi gverdi dosilu. (ÇX-Çxalazeni, TM) Ferit benim kâğıda yazdıklarımın yarısını sildi. → cejirums/ cejiruy; ceşiruy, meşiruy; gejilums/ gejiloms, nojilams; gesilups


simadi (PZ ~ FN) i. I. Ben. Tende bulunan ufak koyu renk leke ya da kabartı. Alişi bere uji-k’ap’ula simadi kuğun. (ÇM-Ğvant) Ali’nin çocuğunun kulağının arkasında ben var. Simadi xarayi kocemaçanu. (AŞ-Ortaalan) Ben yanağıma çıktı. Muxsiniz ğvaz didi simadi nuçanz. (FN-Ç’anapet) Muhsin’in yanağında büyük beni var. → bengi, beni

[dey. p’iyat’i simadi (ÇM) : Vücudun dışındaki kötü ur. Tümör.] Ali uba na-uğun mbara p’iyat’i simadi na-on var-uşk’un. (ÇM-Ğvant) Ali göbeğindeki şişkinliğin kötü ur olduğunu bilmiyor. → uri[1]; xuli

II. (ÇM) İşaret. Ayşe na-şvasen 3’endeç’i oçinu şeni muton simadi st’eri elvok’limay. (ÇM-Ğvant) Ayşe ördüğü çorabı tanımak için işaret olarak bir kenara birşey takıyor.


simişka (AH) i. Ayçiçeği. Getasulez xacişi yanis na-gebotasi simişkape iri irden. (AH-Lome) Sebze bahçesinde fasulyenin yanına ektiğim ayçiçeklerin hepsi büyüyor. [Bu kelime “çekirdek” anlamına gelen ve sıkça “ayçiçeğinin çekirdekleri” anlamında kullanılan Rusça сéмечко (çoğ. сéмечка) kelimesini çağrıştırıyor.]


simums/ simups (HP) EA har.f. Ovuyor. Basa basa el gezdiriyor. → srimums

part. simeri/ simeyi : a. Ovulmuş. El gezdirilmiş. b. mec. Ellenmiş (kız). Hem bozo simeyi do ncğimeyi ren. (HP-P’eronit) O kız ellenmiş ve kırıştırılmıştır (= Biri ile ilişkide bulunmuştur). (gusumers altında) xe gosveri; (usumers altında) xe sveri


sin → si


sindomi (PZ)(AŞ) i. Atmaca ağı. Atmaca yakalamak için kullanılan ağ. Xasani sindomi tentas keladgu. “Sift’eri p’ç’oparedeyi iyondrams. (PZ-Cigetore) Hasan kuş tutma ağı kuş avlama kulübesine dikti.Atmaca tutacağımdiye bekliyor. Ğoma-limci sindomi ngola-mamuli memabu. (AŞ-Ok’ordule) Dün akşam atmaca ağıma yaylatavuğu yakalandı.


sinema i. Sinema. [< Fra. < Yun.] Sinemaz iri didi k’oçi bere-çkimiz go3’uxedun. Hemuk-ti filimiz k’ai var-a3’k’omilen. (AH-Borğola) Sinemada hep büyük (= cüsseli) insan çocuğumun önünde oturuyor. O da filmi iyi seyredemiyor. Engini k’ayi k’ayi koxert’u. Kemalik komungonu do seri sinemaşe igzales. (HP-P’eronit) Engin rahat rahat oturuyordu. Kemal ona istek uyandırdı ve akşam sinemaya gittiler.


-sini (AŞ-Ortaalan) [ek halinde kullanılan cümlemsi s.-e. : Vuayel arkasında -sini biçimi, konson arkasında -ini biçimi kullanılır.] (-diği)nde. (-eceği)nde. Xasani na-bu3’vi nena ognusini p’ici gvamç’itanu. (AŞ-Ortaalan) Hasan söylediğim lafı duyunca [Hasan’ın] yüzü yer yer kızardı. Xasani na-bu3’vi nena ognusini p’ici dvamç’itanu. (AŞ-Ortaalan) Hasan söylediğim lafı duyunca [Hasan’ın] yüzü tamamen kızardı. → -is/ -sis; -i[2]/-si; -u/-su; -iz/-yiz; -şi


sini i. Sini. Ali Oxori sini p’ç’adare t’k’uşa goragadu. Naşk’u. (AŞ-Ok’ordule) Ali Evde sofra çakacağımderken her yerinden kırıp parçaladı. Bıraktı. Aşek sini geçxums. (FN-Sumla) Ayşe siniyi (= sininin üzerini) yıkıyor.


sinifi i. ve z. Sınıf. [< Arp.] I. i. 1. Okullarda öğrencilerin gördükleri yıllık öğrenime göre ayrıldıkları bölüm. Xasanişi bozomotina-muşi sift’eneri mektebis masumani sinifis dosk’udun. (PZ-Cigetore) Hasan’ın kız çocuğu ilkokulun üçüncü sınıfta kalıyor. Alişi bere sinifi dosk’udun. (ÇM-Ğvant)(AŞ-Ok’ordule) Ali’nin çocuğu sınıfta kalıyor. Doğani ham3’o na-var-içalişu şeni sinifi dosk’udu. (AŞ-Ortaalan) Doğan bu sene çalışmadığı için sınıfta kaldı. Mamut’işi biç’i go3’oz sinifiz geskidu. (FN-Ç’anapet) Mahmut’un oğlu geçen sene sınıfta kaldı. Xuseni tembeli ren. Dersiz var-içalişams. K’at’a sinifiz geskidun. Cuma-muşi Xasanik dido k’ayi ik’itxoms. K’at’a 3’anaz pek’iyite golulun. (AH-Lome) Hüseyin tembeldir. Derste çalışmıyor. Her sınıfta kalıyor. Kardeşi Hasan çok güzel okuyor. Her sene pek iyiile geçiyor. K’ai na-var-ak’itxen berepe sinifiz kogeskidun. (AH-Borğola) İyi okuyamayan çocuk sınıfta kalır. Berek an3’i var-içalişu do sinifis xodoskidu. (AK-Döngelli) Çocuk bu yıl çalışmadı da sınıfta kaldı. 2. Ders odası. Muradi sinifiz Xasaniz go3’uxen. (AH-Borğola) Murat sınıfta Hasanın önünde oturmuştur.

II. z. Bir sınıftan başka bir sınıfa (geçiyor). Alişi bere sinifi var-meyalen. (ÇM-Ğvant) Ali’nin çocuğu sınıfı geçemiyor. Berek an3’i var-içalişu do sinifi var-mik’valu. (AK-Döngelli) Çocuk bu yıl çalışmadı da sınıfı geçemedi.


sinik’iyi (FN-Mzuğu, A.D.) i. Siniden yapılan kızak. → sk’afindi-ost’ulinaşe; ost’vaşeII, mturi-ost’vaşe; osurinoni; gelastvinoni; k’izaği, kizaği; [kızak ya da kayak : cost’ulinaşa, dest’ulinaşa; ost’ulinaşe, mturi-ost’ulinaşe; ost’vinaşe; osurinale]


sinori i. Sınır. Hudut. Ali m3xuli mşk’velape iğu do sinori konorgu. (ÇM-Ğvant) Ali armut fidanlarını götürdü ve [tam] sınırda dikti. Oxorza sinori-şk’imi txombu norgay. (AŞ-Ok’ordule) Kadın sınırıma kızılağaç dikiyor. Aliz felamuri na-dorgasen yeyi var-duskidu-i ? Moime(r)s do hak jur sinorişi araz goşorçak’amz. (AH-Lome) Ali’nin ıhlamur dikecek yeri kalmadı mı ? Getirip burada iki hudut arasına sıkıştırıyor. Turkiyas enni gunz*e sinori Suriye k’ala uğun. (AH-Lome) Türkiye’nin en uzun sınırı Suriye iledir. Alik sinoris sirali felamuri elorgams. (AH-Lome) Ali hudut boyunca sıralı ıhlamur ağacı dikiyor. → ok’odveri


sira i. Sıra. Bere-skani mitis var-noğun. Kinayiz eladgitun do sira-muşi çumers. (AH-Lome) Senin çocuğun kimseyi engellemiyor. Kenarda durup sırasını bekliyor. Milletik sira-muşi çumers. Memet’i mulun do k’aabaluğişi araz irçak’en do oğine golilams. (AH-Lome) Millet sırasını bekliyor. Mehmet gelip kalabalığın arasına sıkışarak öne geçiyor. Maşkitani ndğaz sira skande mulun. (AH-Lome) Yedinci gün sıra sana geliyor.


sirafi (PZ ~ ÇM) i. Ustura. [< Far.] Sk’imi sirafi cemp’ireri on. Pimbili va-bğams. (PZ-Cigetore) Benim usturam körelmiş. Sakalı tıraş edemiyorum (= usturam sakalı tıraş etmiyor). Alişi p’ap’u badi na-on var-3aduy, sirafite nuk’u-muşi ibğamt’u. (ÇM-Ğvant) Ali’nin dedesi yaşlılığına bakmadan ustura ile sakallarını keserdi. Ali sirafi dolast’ra şuk’ule nuk’osalete t’op’iji popojate nik’oramt’u. (ÇM-Ğvant) Ali usturayı biledikten sonra yüzünü fırça ile köpürtüyordu. → ustura; skiyafi


sirali s.-z. Sıralı. Sıralanmış. Alik sinoris sirali felamuri elorgams. (AH-Lome) Ali hudut boyunca sıralı ıhlamur ağacı dikiyor.


-sis (PZ-Apso) c.s.-e. [Vuayel arkasında -sis biçimi, konson arkasında -is biçimi kullanılır] (-diği)nde. (-eceği)nde. Ma xor3’i pşk’omasis var-vimgvaner. (PZ-Apso) Ben et yiyince kilo almıyorum. → -is; -i[2]/-si; -u/ -su; -iz/-yiz; -şi


sisi i. Sis. Ham ndğalepez Xopuri gzas ondğe şakiz dido p’at’i sisi dolodgitun. (AH-Lome) Bugünlerde Hopa yolunda öğlene kadar çok kötü sis oluyor. → mp’ula, mpula; dumani


site (AŞ ~ AH-Lome) i. İnternet’teki site. [< Fra.] Lazepe İnternet’işi site var-uşk’urt’es. Huy digures. (AŞ-Ok’ordule) Lazlar İnternet’in sitesini bilmiyorlardı. Şimdi öğrendiler. Lazuri nena do kultura şeni İnternetis ar site gebdgaten. Coxo-muşi mu gebodvit’k’on p’eya ? (AH-Lome) Laz dili ve kültürü ile ilgili bir İnternet sitesi kuracağız. Adını ne koysak acaba ? İnternetis blogi-skani nam sites ren ? So ç’arum ? Ma jur blogi-sayfa miğun. Ari Milliyetis ren. Majura Radik’alis ren. (AH-Lome) İnternet’teki blog sayfan hangi sitededir ? Nerede yazıyorsun ? Benim iki blog sayfam var. Biri Milliyet’tedir. Ötekisi Radikal’de. → İnternet’i-msva, İnternet’i-sva; sit’e


sit’e (FN-Ç’anapet)(AH-Borğola) i. İnternet’teki site. [< Fra.] Site adresi-çkimi www.musa-kara.de ren. (FN-Ç’anapet) İnternet adresim www.musa-kara.dedir. Siteşi bloğiz meduşunape-çkimi gebdume (ya da : gemçarum). (FN-Ç’anapet) İnternet’teki platforma düsüncelerimi yazıyorum. İnternet’is na-var-ipelen dido sit’e ren. (AH-Borğola) İnternet’te işe yaramayan çok site var. → İnternet’i-sva/ İnternet’i-msva; site


sit’ma (AŞ ~ FN-Ç’anapet)(AH ~ HP) i. Sıtma. Sadiği sit’mate ğurut’u. Vrosi laci eç’opu do ciktu. (AŞ-Ok’ordule) Sadık sıtma ile ölüyordu. İyi ilaç aldı. İyileşti. Sadiği sit’mate ğururt’u.Vrossi laci eç’ç’opu. Ciktu. (AŞ-Ortaalan) Sadık sıtma ile ölüyordu. İyi ilâç almış. İyileşti. Sadik’i sit’mate ğururt’u. K’ayi abut’raki şu-doren. Edo xolo şuri komoğu. (FN-Ç’anapet) Sadık sıtma ile ölüyordu. İyiilâç almış. Hayata döndü. Sadiği sit’mate ğurut’u. K’ayi nç’ami şu-doren. Dik’aru. (AH-Lome) Sadık sıtma ile ölüyordu. İyi ilâç almış. İyileşti. Sadiği sit’maten ğurut’u. Kai nç’ami ezdu do skidalaşe goiktu. (AH-Borğola) Sadık sıtma ile ölüyordu. İyi ilâç almış. Hayata döndü. Sadiği sit’maten ğurut’u. K’ayi çami ixmaru-ren. Ha3’i k’ayi ren. (HP-P’eronit) Sadık sıtma ile ölüyordu. İyi ilâç almış. Şimdi iyileşti. → çeçxuri (PZ ~ ÇM); çxe (FN-Sumla))


sivi s. Sıvı. Sivi asit’i bixmart’aşa elduveni movidum. (AŞ-Ok’ordule) Sıvı asit kullanırken eldiven giyiyorum.


sivil- s. Sivil. [< Fra.] Oxoyişa na-moxtu sivil-polisik ogine k’imluği no3’iru do heşoten doloxe amaxtu. (FN-Ç’anapet) Eve gelen sivil polis, önce kimliğini gösterip öyle içeri girdi.


sivri-sineği i. Sivrisinek. Sivri-sineği iri seri goidin3xiren. (AŞ-Ortaalan) Sivrisinek her gece kanlanıyor. → k’iç’aci


sixinti i. Sıkıntı. Muya p’a ? Doloxe na-miğun sixinti haşote moşk’ovi3’am. (PZ-Cigetore) Ne yapayım ? İçimde olan sıkıntıyı böylelikle içimden söküyorum. Xasani hem sixintepez muç’o ninç’en ? (FN-Ç’anapet) Hasan o sıkıntılara nasıl dayanıyor ? Sixintite mendili ncğimoms. (FN-Sumla) Sıkıntıdan mendil kırıştırıyor. → ozmona


siyak’i (FN ~ AH) i. Kalkan. Büyük, yassı, derisi düğme denen birtakım sert çıkıntılarla örtülü olan ve bir yanı üzerine yüzen beyaz etli balık. Siyak’i t’abala mçxomi ren. (AH-Borğola) Kalkan, yassı bir balıktır.


siyili (AK) i. Odun yarmaya yarayan kama. Axmatik siyiliten dişka ok’ot’komers. (AK-Döngelli) Ahmet kama ile odun çatlatıyor. → sali, sili


skafindi (FN ~ AH) i. I. (FN ~ AH-Lome) Yalak. Ağaç leğen. [Takriben 35-40 cm eninde, 1 m. boyunda ve 20 cm derinliğinde, tabanı, üstüne göre birkaç santim daha dar, tek parça ağaçtan (genelde kızılağaç) oyulmuş bir tekne : içinde çamaşır ve bebekler, küçük çocuklar yıkanır; kışın çocuklar için kızak olarak da kullanılırdı. A.D.] Ar skafindi dobisuinat. (FN-Sumla) Karda bir kayalım. Emine, skafindi meyoyi do k’ayi doçxi. (AH-Lome) Emine, skafindiyi boşalt ve güzelce yıka. → ombolina; sk’afindi, skafit’i; k’ançxa

II. (AH-Borğola) Ahşap su oluğu. Ona-çkunis skafindişen na-diben 3’k’ari dido ini iven. (AH-Borğola) Onamızda ahşap su oluğundan dökülen su çok soğuk olur. → ombolinaII


skafit’i (HP) i. Yalak. Ağaç leğen. Skafit’iş resimi şeni teşek’k’uri goğodam. (HP-P’eronit) Skafit’inin deseni için sana teşekkür ederim. → ombolina; sk’afindi, skafindi; k’ançxa


skanda, skande, skanden → si


skanebura (FN ~ ÇX) z. Sen kendi kendine. Si skanebura vi. (AH-Lome) Sen kendi kendine yap. Heşo skanebura mot dundulam. Dundu da3’onanoren. (AH-Borğola) Öyle kendi kendine konuşma. [Seni] deli sanacaklar. → ti-sk’ani şk’ala


skani → si


skanişen (AH) z. (*) Senden. Ham dulya skanişen k’ayi miz axenen ? (AH-Lome) Bu işi senden iyi kim yapabilir ? [(*) Şahıs zamirlerinin ablatif biçimi olan çkimden, skanden, çkunden ve tkvanden ile eşanlamlı olarak AH diyalektlerinde kullanıldığı gözlemlenen çkimişen, skanişen, çkunişen ve tkvanişen biçimleri, isimlerin ablatif biçimlerinden örneklenerek sonradan oluşturulmuştur. Bu biçimler, kullanım sahası hakkında ileri araştırma yapılmak üzere, bu sözlükte zarf olarak sınıflandırılmıştır.](si altında) skanden


skaniz (AH) z. (*) Sen. Sana. Seni. Ham na-gi3’vipe p’anda skaniz kşunt’az. (AH-Lome) Bu sözylediklerim her zaman hatırında olsun. Ma k’alati-çkimi tişa obopşi. M3ika çkva skaniz ebopşam. (AH-Lome) Ben sepetimi başına kadar doldurdum. Biraz da seninkini dolduruyorum. [(*) Şahıs zamirlerinden biri olan si’nin datif işlevlisi ile eşanlamlı olarak AH diyalektlerinde kullanıldığı gözlemlenen skaniz biçimi, isimlerin datif biçimlerinden örneklenerek sonradan oluşturulmuştur. Bu biçim, kullanım sahası hakkında ileri araştırma yapılmak üzere, bu sözlükte zarf olarak sınıflandırılmıştır.] → si (datif işlevli)


skele (AK) i. İskele. [< İta.] Vapur ve kayıkların yanaşıp rampa edebilmesi için yapılan suya doğru uzatılmış, ahşap veya kâgir köprü. Skeleşa mixtumut’asinon xeralda. (AK-Döngelli) Sanırım, iskeleye gitmiliğim vardı. → sk’ele; sk’enceIII-4


skence[1] (FN) i. Kara kovanları ağaclara yerleştirmek için yapılan ahşap düzenek. İskele. Petek tezgâhı. 3’ipriz bogina gedu şeni skence gomdvi. (FN-Ç’anapet) Arı kovanını koymak için gürgen ağacına tahtadan düzlem koydum. Cumadi-çkimik ç’ubrişi ncaz na-gedu bogina tok’ite-ti k’ayi skencez gyok’orams. (FN-Ç’anapet) Amcam kestane ağacına koyduğu arı kovanını skence üzerine iple de iyice bağlıyor. # Skence-li felamuri / Eli cicişen eli / Muper marazi giğun / Mencelişen na meli. (FN-Sumla) Üzerinde arı kovanı skencesi olan ıhlamur ağacı (= sapsağlam güçlü adam) / Koptun kökünden koptun / Nasıl bir hastalığın var ki / Takattan düşmüşsün. → sk’enceI + III-1


skence[2] (AH ~ HP) Atmaca yakalamak için üzerine ağ kurulan ahşap tezgâh. Atmaca tuzağı. Axmet’ik an3’o dido skence gyudgu. (HP-P’eronit) Ahmet bu sene (atmaca yakalamak için) çok tuzak kurudu.


skenceli (FN) s. Skence[1]’si olan. [< Lazca + Türkçe -li eki] # Skenceli felamuri / Eli cicişen eli / Muper marazi giğun / Mencelişen na meli. (FN-Sumla) Üzerinde arı kovanı skencesi olan ıhlamur ağacı (= sapsağlam güçlü adam) / Koptun kökünden koptun / Nasıl bir hastalığın var ki / Takattan düşmüşsün.


skiafi → skiyafi


skidala[1] (FN ~ AH HP ÇX) i. Yaşam. Hayat. K’ai skidala şeni dido zerzevati ç’k’omare. (FN-Sumla) Sağlıklı yaşamak için (= yaşam için) bol sebze yiyeceksin. Sadiği sit’maten ğurut’u. Kai nç’ami ezdu do skidalaşe goiktu. (AH-Borğola) Sadık sıtma ile ölüyordu. İyi ilâç almış. Hayata döndü. Skidala-çkimis iptineri Japoni eçi 3’aneri bort’işi bz*iri. (AH-Borğola) Yaşamımda ilk Japon’u yirmi yaşımda iken gördüm. → sk’uda


skidala[2] (FN) s.-z. I. Sağlıklı. Skidala menç’u şeni dido sebze oç’k’omu uk’orems. (FN-Ç’anapet) Sağlıklı yaşamak için bol sebze yemek gerekiyor.

II. Canlı. K’oçi doğuruya da3’onez do skidala doxvamt’ez. (FN-Ç’anapet) AdamıÖldüsandılar ve canlı gömüyorlardı. → saği


skidun (FN ~ ÇX)(AK) Aø/AL/A.Ens. har.f. Yaşıyor. → sk’udun; [güç koşullara dayanarak yaşıyor] ninç’en[1]; ≠ doskidun

I. (FN ~ ÇX) a. Aø har.f. İnsan veya hayvan [aps.] yaşıyor. Hayatta kalıyor. Umiteli muç’o pskida ? (AH-Lome) Kimsesiz nasıl yaşayayım ? Lazuri oç’aru dido k’olayi dulya var-ren. Ham dulya na-ikomanpe dido skidan. (AH-Borğola) Lazca yazmak çok kolay iş değildir. Bu işi yapanlar çok yaşasınlar. K’oçi ncaşen melu. “Doğuruptkvit do moik’au. Ha3’i k’ai k’ai skidun. (AH-Borğola) Adam ağaçtan düştü. “Öldüdedik ama iyileşti. Şimdi iyi iyi yaşıyor.

b. AL har.f. İnsan veya hayvan [aps.] bir yerde [lok.] yaşıyor. Bir yerde hayatını sürdürüyor. Mtuti kişiz ğormaz skidun. (FN-Ç’anapet) Ayı kışın mağarada yaşar. Urumepe oşi 3’ana ogine T’rabozani gomtumaniz skidurt’ez. (FN-Ç’anapet) Rumlar yüz sene öncesine kadar Trabzon cıvarında yaşıyorlardı. Otxo berete jur toli oxoriz muç’o skidaten ? (FN-Sumla) Dört çocukla iki göz evde nasıl barınacaksınız ? İsrailiz na-skidun k’oçepeşi didope Yaxudi ren. (AH-Borğola) İsrail’de yaşayan insanların çoğu Yahudidir. Lazepek dido na-oroman Cuma-mutepeşi Fransas skidun. (AH-Borğola) Lazların çok sevdikleri Kardeşleri Fransa’da yaşıyor. Gyurcistanis Xiristiyani do Muslimani skidun. (AK-Döngelli) Gürcistan’da Hıristiyan ve Müslüman yaşıyor. Turkiyes pskidurt. (AK-Döngelli) Türkiye’de yaşıyoruz.

c. A.Ens. har.f. İnsan [aps.] bir şey ile [ens.] geçiniyor. Cordani çayi do ntxirişen na-eç’opumz genç’areyite skidun. (FN-Ç’anapet) Cordan çay ve fındıktan aldığı parayla geçiniyor.

şsz iskidinen (FN), iskedinen (AH-Lome) : Yaşanıyor. Na-mobogam parate vit dğaz iskidinen. (FN-Sumla) Kazandığım para ile on gün yaşanıyor. Çkvaşe k’ap’ula medute var-iskedinen. (AH, atasözü, K.A.) Başkasına güvenle yaşanmaz. [eşb. İskedinen biçimi, oskedinams fiilinin şahıssız kipi ile eşbiçimlidir.]

f.-i. oskidu, oskidinu (FN-Sumla), oskedinu (AH-Lome) : Yaşama. Yaşamak. Mtel k’oçiz, serbesluğite oskidu şeni kianaz na-golulun sosiali do idari nizamişa xak’k’i uğun. (FN-Ç’anapet) Her insanın, özgürce yaşamak için dünyada geçerli sosyal ve idarî düzenin olmasına hakkı vardır. Ham kianas k’ai oskidinu şeni k’oçi steri k’oçi ivare. (FN-Sumla) Bu dünyada iyi yaşamak için adam gibi adam olacaksın. Bere-çkimişi ar fara oz*iyamu oşi 3’ana oskedinuşe (= oskiduşe) koğirs. (AH-Lome) Çocuğumu bir kere görmek, yüz yıl yaşamaya değer. Bere-çkimi ar fara oz*iru, oşi 3’anas oskidus ğirs. (HP-P’eronit) Çocuğumu bir kere görmek, yüz yıl yaşamaya değer. [eşb. Oskedinu biçimi, oskedinams fiilinin fiil-isim hali ile eşbiçimlidir.]

II. (FN ~ AH) Aø har.f. 1. (Dikilen bitki) kurumadan canlanıyor. Yeşeriyor. Livadişi k’udeliz na-dobdgi uşkurepe k’ayi skidun. (FN-Ç’anapet) Bahçe dibine diktiğim elmalar iyi tutuyor. Han3’o na-dobdgi-dort’un urz*enepeşi çkar-na-eni var-skidu. (FN-Ç’anapet) Bu sene dikmiş olduğum üzümlerin hiçbiri tutmadı. Çkuni let’az nez*i var-skidun. Ar jur 3’anaz doskidun do uk’ule exombun. (FN-Sumla) Bizim toprakta ceviz yaşamıyor. Bir iki yıl yaşıyor da sonra olduğu yerde kuruyor. Na-doborgi felemuyi doskidu-doren. (AH-Lome) Diktiğim ıhlamur kurumamış (= canlanmış). Na-doborgi uşkuriXomasenma şa skidun. (AH-Borğola) Diktiğim elma ağacıKuruyacak” (diye ben) derken yaşadı. (→ gont’uy[2]; mzgudun; sk’udunII) 2. (Aşılan bitki) tutuyor. Uşkuri m3xuliz gebomponi do k’ai k’ai skidun. (FN-Sumla) Elmayı armuda aşladım. İyiden iyiye tuttu. Yaşıyor.

III. (FN-Sumla ~ AH-Lome) Aø har.f. İnsan veya hayvan [aps.] hayata dönüyor. Ölümcül hastalıktan sonra iyileşiyor. Mustava marazite ğurut’u. Nç’amepe şu do ha3’i tamo tamo skidun. (FN-Sumla) Mustafa veremden ölüyordu. İlâçlar aldı. Şimdi yavaş yavaş iyileşiyor. Bere-çkimi dido monk’a zabunobapez dololu. Aşi tutaz gecant’u. Ha3’i m3ika kelik’aru do tamo tamo skidun. (AH-Lome) Çocuğum çok ağır hastalıklara yakalandı. Altı ay yatalaktı. Şimdi biraz iyileşti ve yavaş yavaş eski haline dönüyor. → şuri moğams/ şuri moğay; moik’aren


skinums/ skinups (HP) Eø har.f. Sessiz yelleniyor. Sessiz osuruyor. → niksinams; iksinen; goiksinay/ goiksinams; ksinums, ksinoms; goiskinums/ goiskinups; ≠ nit’orinams; t’orinay; t’k’orins, t’k’orinams, t’k’orinoms; goit’k’orinams/ goit’k’orinaps


skiri (FN ~ ÇX) i. → sk’iri. I. Oğul. Erkek evlât. E skiri, sap’oni domaçodez. Nixmari. (FN-Sumla) Yavrum, sabunumuz bitti. Azar azar kullan. Skiri-çkimi, çkar umuteli muç’o skidare ? (AH-Lome) Yavrum, hiçbir şeysiz nasıl yaşayacaksın ? Baba, ordeğepek omçviyu mundes digurez ? - Skiri-çkimi, hamtepe omçviru çkineri dibadenan. Doguru va-unonan. (AH-Lome) Baba, ördekler ne zaman yüzmeyi öğrendi ? - Oğlum, bunlar yüzmeyi doğuştan biliyor. Öğrenmeye gerek yok.

II. [Kız ve erkek fark etmeden] a. (FN) [Kız ve erkek küçük çocuğa hitap ederken] Yavrum !

b. (AH) 1. [Kız ve erkek çocuğa ve gençlere hitap ederken] Yavrum ! Mu-n-oren, skiri ? Dogimçxu-i ? (AH-Lome) Ne oluyor, yavrum ? Azdın mı ? Si, skiri, nena dido dogagunz*anu-doren. (AH-Lome) Yavrum, sen çok abartıyorsun (= kelimesi kelimesine : “senin dilin çok uzamış”). Mu ivu, skiri ? Suffa didgasen. Muda çumert ? Lişayi amagagzes-i ? (AH-Lome) Ne oldu, yavrum ? Sofra kurulacak. Niye beklemiyorsunuz ? Kudurdunuz mu ? E, skiri ! Si p’anda moxti ! Ala berepe dido xaşari giyonun. (AH-Lome) Yavrum ! Sen her zaman gel. Ama çocukların çok yaramaz. Si, skiri, k’oçinobaz kogamaxti-doren. (AH-Lome) Sen, yavrum, insanlıktan çıkmışsın. Si gişlare-i, skiri-çkimi ? Na-ginon ç’k’omi ! (AH-Borğola) Senden mi esirgeyeceğim, yavrum ? İstediğini ye ! 2. [hitap dışında] Kız ve erkek evlât. Skiri-çkimi ar luk’ma bozok, çiçku-bere moikaçams do gale gamulun. (AH-Lome) Yavrum bir lokma kız, bebeği kucaklayıp dışarı çıkıyor.


skirun (HP ~ ÇX)(AK) Aø har.f. Yıkanan veya ıslanan bir şey [aps.] kuruyor. Dolokunu daha var-skirelen. (AK-Döngelli) Elbise daha kurumamış. Tronis mujak’ideri yazma ç’it’a ç’it’a doskirun. (AK-Döngelli) İskemlenin üzerine asılı duran yazma yavaş yavaş kuruyor. Şoleri koltuği soba dogzina manişa doskirun. (AK-Döngelli) Islak koltuk sobayı yakarsan çabucak kurur. → xombunII, xomunII; sk’urunII, skurunII


skiyafi/ skiafi (FN ~ HP ÇX) i. Ustura. [< Far.] Aydinik k’at’a sabaxtan eskineri steri skiafite pimpili ibğams. (FN-Sumla) Aydın her sabah eskisi gibi ustura ile sakalı tıraş ediyor. 3’oxle skiyafite pimpil bibğamt’it. Ha3’i t’raş-makinasi bixmart. Eçi 3’ana şkule mute t’raşi bivaten va-miçkinan. (AH-Lome) Eskiden ustura ile sakalı tıraş ediyorduk. Bugün tıraş makinesi kullanıyoruz. Yirmi yıl sonra ne ile tıraş yapacağız bilemiyoruz. → sirafi; ustura


skums/ skups (FN ~ ÇX) (*)(AK) Eø/EH har.f. Yumurtlıyor. I. Eø har.f. Kçe kotumek sum ndğaz meyoneyi skums. Maotxani ndğa goşint’alams. Ok’açxe sum ndğa çkva skums. Xolo matxani goşint’alams do heşşote nooms. (AH-Lome) Beyaz tavuk üç gün sıralı yumurtluyor. Dördüncü günü atlıyor. Sonra üç gün daha yumurtlayıp dördüncü günü yine atlıyor ve öylece devam ediyor. Kotumepek makvali doskva şkule k’iyalams. (AH-Lome) Tavuklar yumurtladıktan sonra öter. Okotumales kotumepek on3’iramu var-renna var-skuman. (AH-Borğola) Kümeste tavuklar fol yoksa yumurtlamıyorlar. Kotumek zaros skups. (AK-Döngelli) Tavuk follukta yumurtluyor. [(*) AK’da hem skups hem mskups denir.] → sk’ums/ sk’uy; doskums; mskups

f.-i. osku : Yumurtlama. Kotumepek oskuz gyoç’k’anoren. İrik-xolo skumt’aşi ar oskumale var-yonç’unan. (AH-Lome) Tavuklar yumurtlamaya başlayacak. Hepsi yumurtlayınca bir tane yumurta yeri yetmez.

II. EH har.f. Makvalişen gamaxtimerik makvali skums. (AH, atasözü, K.A.) Yumurtadan çıkan yumurta yapar.


skurun (FN ~ AH) Aø har.f. Kuruyor. I. Dere, göl vs kuruyor. Ğalepe doskurez. (FN ~ AH) Dereler kurudu. → sk’urunI; xombunI, xomunI

II. Yıkanan veya ıslanan bir şey kuruyor. Mç’imaz na-maşuvu porça avlaz gebok’idi do skurun. (FN-Ç’anapet) Yağmurda ıslanan gömleğimi evin kapı önüne astım ve kuruyor. Mç’imaten na-işuvu bereşi porça, nanakSkurazdeyi daçxuriz gyokaçams. (FN-Ç’anapet) Yağmurla ıslanan çocuğun gömleğini annemKurusundiye ateşin üstüne tutuyor. Ham porça var-skuru-doren. Daha t’laza ren. (FN-Ç’anapet) Bu gömlek kurumamış. Halen nemlidir. Ğoma na-gebok’idi geyarçalepe t’laza ren. K’ayi va-skuru doren. (FN-Ç’anapet) Dün astığım çarşaflar nemli. Tam kurumamış. Porça donapxvi do kogebok’idi. Ha3’i skurun. (FN-Sumla) Gömleğini yıkayıp astım. Şimdi kuruyor. Dido mç’ima mç’imu do ha3’i rak’anepe skurun. (FN-Sumla) Çok yağmur yağdı. Şimdi karşı tepeler kuruyor. (= Yağmurdan sonra hava açtı. Güneşli ortam oldu. Karşı tepelerden buhar çıkıyor, ve toprak da kuruyor.) Porça mtelli domaşuvu. Mjoraş k’ele gebok’idi do skurun. (AH-Lome) Elbisem hep ıslandı. Güneşe doğru astım da kuruyor. Çili-çkimik na-minaxu porça mjoraz a şvaciz doskurun. (AH-Borğola) Eşimin yıkadığı gömlek güneşte çarçabuk kurur. → xombunII, xomunII; sk’urunII; skirun


sk’afindi (PZ ~ AŞ) i. Tek parça ağaç oyularak yapılan tekne. [Kimi yerlerde çamaşır teknesi olarak, kimi yerlerde yal teknesi olarak kullanılır.] Sk’afindi 3’arite opşes. (PZ-Cigetore) Yalağı su ile doldurdular. 3’endeç’i sk’afindi cebnapxum. (ÇM-Ğvant) Teknede çorapları yıkıyorum. Zuğa sk’afindi doliğay. (ÇM-Ğvant) Deniz kayığı batırıyor. Zuğa mangana-sk’afindi doliğay. (ÇM-Ğvant) Deniz gemiyi batırıyor. → ombolina; skafindi, skafit’i; k’ançxa


sk’afindi-ost’ulinaşe (ÇM) i. Ahşap tekneye benzer bir tür kızak. Berepe sk’afindi-ost’ulinaşete livadi konabri3’ey. (ÇM-Ğvant) Çocuklar kızak ile bahçede çarptılar. → ost’vaşeII, mturi-ost’vaşe; osurinoni; sinik’iyi; gelastvinoni; k’izaği, kizaği; [kızak ya da kayak : cost’ulinaşa, dest’ulinaşa; ost’ulinaşe, mturi-ost’ulinaşe; ost’vinaşe; osurinale]


sk’ambili (PZ ~ AŞ) i. İskambil. Sk’ambili ibiy. (AŞ-Ok’odule) İskambil oynuyor. → çağet’iII


sk’anebura (PZ ~ ÇM) z. Sen kendince. Sana göre. Düşüncenince. Kimseye sormadan kendi kararın ile. Sk’anebura muya-şeni ibgar ? (PZ-Cigetore) Sana göre niye ağlıyorsun ? Kendi düşüncenince niye ağlıyorsun ? Sk’anebura ilak’irdasi va-vognam. (ÇM-Ğvant) Kendi dilinde konuşunca anlamıyorum. [sen kendi kendine] ti-sk’ani şk’ala; skanebura


sk’aneburi (AŞ) z. Senin tarzda. Sk’aneburi bisinapa do oxo3’onare. (AŞ-Ok’ordule) Senin tarzda konuşayım da anlayacaksın. “Şk’imeburi dolikunaredeyi mutu var-on. Si-ti sk’aneburi dolikuni. (AŞ-Ortaalan) Benim tarzda giyineceksin diye bir şey yok. Sen de senin tarzda giyin.


sk’aninde, sk’ande, sk’anda → si


sk’ani → si


sk’ele (PZ) i. İskele. [< İta.] Vapur ve kayıkların yanaşıp rampa edebilmesi için yapılan suya doğru uzatılmış, ahşap veya kâgir köprü. Zuğaşi 3’ari 3’ulu dalganapete sk’eles noçxams. (PZ-Cigetore) Denizin suyu küçük dalgalarla iskeleye çarpıyor. → sk’enceIII-4; skele


sk’ence (PZ ~ AŞ) i. I. (PZ-Apso) Ağaçlarda kovanı asmak ya da oturtmak için tahtadan yapılan üstü kapalı barınak. [Ağaca çivi ile değil de kestane kabuğundan elde edilen mt’e3i (= bir nevi halat) ile tutturulur.] Baba-şk’imi ğuni sk’ences kok’o3’obu. (PZ-Apso) Babam arı kovanını sk’enceye sarkıtarak astı. → skence[1]

II. (PZ-Cigetore) Askı. Puci nok’vates do xor3’epe sk’ences kocelabes. (PZ-Cigetore) İneği kestiler da etleri askıya astılar. → gek’idale

III. (ÇM) i. 1. Kara kovanları ağaclara yerleştirmek için yapılan ahşap düzenek. İskele. Ğuni dok’arxu. Sk’enceşa eyonçay. (ÇM-Ğvant) Kovanı hazırladı. (Ağaçtaki) iskeleye çıkarıyor. Ali ğurni sk’ence cok’oray. (ÇM-Ğvant) Ali arı kovanını eski tip iskelenin üstüne bağlıyor. (→ skence[1]) 2. Yapıcılıkta kullanılan iskele. Yapıların dışında keresteden kat kat kurulan, çalışmak için üstüne çıkılan çatı. 3. Kara hızar ile tahta biçmek için kurulan iskelet tezgâh. 4. Vapurların, kayıkların yanaşıp rampa edebilmesi için yapılan, suya doğru uzatılmış, ahşap ya da kâgir köprü. İskele. Vapuri sk’ence naxolen. (ÇM-Ğvant) Vapur iskeleye yanaşıyor. → sk’ele, skele

IV. (AŞ) Atmacayı oturtmak için hazırlanmış çubuk şeklinde bir oturak yeri.


sk’ep’ali (PZ-Msuleti ~ ÇM) i. Keser. Sk’ep’alite k’oçi bere-muşis cantxozu. (PZ-Msuleti, B.T.) Keserle adam çocuğunu kovaladı. Nalini şk’ep’alite iyazen. (ÇM-Ğvant) Nalın nalıncı keseri ile yontulur. → çeseri; laşungi

[dey. Nalini sk’ep’ali st’eri azum. (ÇM) Hep kendi çıkarına konuşuyorsun.]


sk’ilimunt’ri (PZ)(AŞ-Ortaalan) i. Muşmula. Xasanişi sk’ilimunt’ri 3’o opşa içanu. (PZ-Cigetore) Hasan’ın muşmulası bu sene çok meyve verdi. A m3’ika sk’ilimunt’ri domi3’ili. (AŞ-Ortaalan) Bana biraz muşmula topla. [PZ-Cigetore’de hem sk’ilimunt’ri hem 3xilimunt’ri denir.] → 3xilimunt’ri, 3’ilimunt’ri, 3’k’imunt’i, 3ximunt’i, 3ximunt’uri, 3xemunt’uri


sk’iri (PZ ~ AŞ) i. ve s. I. i. Oğul. Erkek evlât. → skiri

II. (ÇM) s. [Balıklar, böcekler ve bitkilerde] Erkek. Sk’iri-çxomi. (ÇM-Ğvant) Erkek balık. Sk’iri-parpali. (ÇM-Ğvant) Erkek kelebek. Sk’iri-kivi. (ÇM-Ğvant) Erkek kivi. → mamuliIII


sk’uda (PZ-Cigetore) i. Yaşam. Hayat. Sadik’ik çeçxurite ğurut’u. Vorsi laci eç’opu. Sk’udaşa goliktu. (PZ-Cigetore) Sadık sıtma ile ölüyordu. İyi ilâç almış. Hayata döndü. → skidala


sk’udun (PZ ~ AŞ) [emp.şm.1.tek. psk’udur] Aø/AL/ A.Ens. har.f. → skidun; [güç koşullara dayanarak yaşıyor] ninç’en[1]; ≠ dosk’udun. I. Aø/AL/A.Ens. har.f. Yaşıyor. a. Aø har.f. (İnsan ve hayvan) yaşıyor. Hayatta kalıyor. Si k’ayobate na sk’udare do mitis na var-nandvare ! (PZ-Cigetore) Sen rahat yaşayasın da kimseye muhtaç olmayasın ! Psk’udut’aşa xiloba (na-)var-mo3’irams bğurasi-ti mo-mo3’iramt’as. (PZ-Cigetore) Ben yaşarken bana iyiliği göstermeyen ben ölünce de bana [iyiliği] göstermesin. Ceride na-dosk’udupe sk’udanen. (PZ-Cigetore) Geride kalanlara sağlık (= Başın sağı olsun). Msk’veri mturi mtvasi mcalepe tudendo sk’udun. (ÇM-Ğvant) Karaca kar yağınca ağaçların altında yaşıyor (= hayatını sürdürüyor/ yiyecek buluyor). Bere-şk’imi ar fori na-mazirasen, oşi 3’ana na-psk’udur st’eri iyen. (AŞ-Ok’ordule) Çocuğumu bir kere görmem, yüz yıl yaşıyorum gibi olur. b. AL har.f. Bir yerde [lok.] yaşıyor ya da kalıyor. Golas şk’it ndğa dopsk’udi. K’at’a ndğas mç’imt’u. (PZ-Cigetore) Yaylada yedi gün kaldım. Her gün yağmurluydu. Bere na-dosk’udasen oxori oziru Osmani keindu. (AŞ-Ortaalan) Çocuğun kalacağı evi bulmayı Osman üstlendi. c. A.Ens. har.f. İnsan [aps.] bir şey [ens.] ile geçiniyor ya da yetiniyor. Kemalis cenç’areri var-uğut’u do noğas muç’e sk’udun ? (PZ-Cigetore) Kemal’ın parası yoktu da çarşıda nasıl yaşıyor ? Ngolurepe ngola cari do k’at’uğite sk’uduran. (ÇM-Ğvant) Yaylacılar yaylada ekmek ve katık ile yetiniyorlar (= yaşıyorlar).

II. Aø har.f. Dikilen bitki [aps.] yeşeriyor. Lazut’i tim3ape var-sk’udun. (ÇM-Ğvant) Mısır dağların doruklarında (= yüksek yerlerde) yetişmez. Ma na-doborgi luu t’asi zade msk’va sk’udun. (AŞ-Ok’ordule) Benim diktiğim lahana fideleri çok güzel yaşıyor. gont’uy[2]; mzgudun; skidunII-1


sk’ums/ sk’uy (PZ ~ AŞ) Eø/EA har.f. Yumurtlıyor. Kormek makvali dosk’u do k’ağanams (PZ-Vigetore) Tavuk yumurtladı da ötüyor. Ham kormek aşk’va makvali va-sk’ums. (PZ-Cigetore) Bu tavuk artık yumurtlamıyor. K’inçi obğe-muşi sk’uy. (ÇM-Ğvant) Kuş yuvasında yumurtluyor. Korme sk’vasi k’ark’alay. (ÇM-Ğvant) Tavuk yumurtlayınca gıdaklıyor. → doskums; skums/ skups; mskups


sk’urun (PZ ~ AŞ) Aø har.f. I. Dere, göl vs kuruyor. Ruba dosk’uru. (PZ-Cigetore) Dere kurudu. → xombunI, xomunI; skurunI

II. Yıkanan veya ıslanan bir şey kuruyor. Dişk’ape hay nosvari do ordoşe dosk’uray. (AŞ-Ortaalan) Odunları buraya diz de erkenden kurusun. Na-naxvipe vrossi va-ç’imoşşana ordoşe va-sk’urasen. (AŞ-Ortaalan) Yıkadıklarını iyi sıkmazsan erken kurumaz. Na-naxvi şeyepe va-gupinaşşa va-sk’urun. (AŞ-Ortaalan) Yıkadığın şeyleri yaymazsan kurumaz. → xombunII, xomunII; skurunII; skirun

f.-i. osk’uru : Kuruma. Ğvari porça osk’uru şeni ara movubam. (ÇM-Ğvant) Islak gömleği kuruması için dala asıyorum. T’ebi osk’uru şeni 3’alemona kocevoç’i. (ÇM-Ğvant) Derinin kuruması için odalar arasındaki hole çaktım.


slogani i. Slogan. [< İng.] Muxtarik, t’alebepek seriz mektebişi darabaz na-nonç’arez sloganepe nojilams. (FN-Ç’anapet) Muhtar, öğrencilerin gece okulun ahşap ara bölmesine yazdıkları sloganları siliverdi.


slop’ums (PZ) EA har.f. Uysallaştırıyor. Uslandırıyor. Alik berepe-muşi slop’ums. (PZ-Cigetore) Ali çocuklarını uysallaştırıyor. → n3’opulums/ n3’opuloms


so- (ÇM ~ AŞ-Ok’ordule) [isim tamlayan cümlemsi ve isim-cümlemsi oluşturan baş-eki] -diği (yer). -eceği (yer). → na-[1].

I. [isim tamlayan cümlemsi] Kva orginasi so-irginasen msvape gost’ik’uy. (ÇM-Ğvant) Taşı yuvarlayınca yuvarlandığı yerleri yoluyor. Otva dolondra3’eri so-on msva 3’ari kok’oşk’vobun. (ÇM-Ğvant) Çatıda basık olan yerde su birikintisi var. N3xeni so-nok’orurt’u toç’i kogvart’u. (ÇM-Ğvant) At bağlı olduğu yerde ip dolandı (= bağlı olduğu ipi istemeyerek sarıverdi). Na-var-şk’orare mt’a so-on msva cok3un. (ÇM-Ğvant) Biçmediğin ot olduğu yerde çürür. Ali xinci so-var-on 3’arepe 3’ari dolvobazgay-meyulun. (ÇM-Ğvant) Ali köprü olmayan sularda suların içine basarak geçiyorOtva mç’ipe soyape so-on msvape mturite dolindra3’en. (ÇM-Ğvant) Çatıda ince kalasların (= makasların) olduğu yerler kardan çukurlanıyor. A soti contxasi so-contxare msva imbaren. (ÇM-Ğvant) Bir yere düşerek çarparsan çarptığın yer şişer. Ğoma so-bidit yerepe. (AŞ-Ok’ordule) Dün gittiğimiz yer.

II. [isim-cümlemsi] -diği yer. -eceği yer. Mca so-oxmarare nu3’irar do mek’vatar. (ÇM-Ğvant) Ağacı kullanacağın yerle aynı ölçüde kesmelisin. Ğoberi so-dot’roxun noğobay. (ÇM-Ğvant) Çitin kırılan yerlerini onarıyor. Aydini mt’alepe so-şk’oru coxombinay. (ÇM-Ğvant) Aydın otları biçtiği yerde kurutuyor. Ali t’ut’uji so-nasvasen ufloxt’un. (ÇM-Ğvant) Ali’nin neresine ısırgan otu sürülse şişiyor. Ayşe dişk’alepe oxorişa komoğu. Noxlap’epe so-ort’ey naşk’u. (ÇM-Ğvant) Ayşe odunları eve getirdi. Kırpıntıları olduğu yerde bıraktı. M3xulepe imğijanen. Ok’açxe so-mençay noxombun. (ÇM-Ğvant) Bazı cins armutlar olgunlaşırken ciğer rengini alırlar ve sonra dalında kururlar. Serendi-msk’ala so-eyilen k’o3’uzun. Mi-ti mvangonasen, msk’ala nodun. Serendişa eyulun. (ÇM-Ğvant) Naylanın taşınabilir merdiveni çıkış yerinin önünde duruyor. Kim isterse merdiveni dayayıp naylaya çıkıyor. Ali so-xert’uşa muç’o moiselu şuri mvaselu. (ÇM-Ğvant) Ali oturduğu yerden kalkınca nefesi tıkandı. So-dulya-vikum otva var-on. Mturi cemomtuy. ÇM-Ğvant) Çalıştığım yerde çatı yok. Kar üstüme yağıyor. So-goiç’vare elimbaren. (ÇM-Ğvant) Yanan yerin yan tarafi şişer. Limci oxori-çufleti a sva cari so-imxoran çufleti-nost’oni kon. (ÇM-Ğvant) Akşam ev halkı (ile) beraber yemek yenen yerde aile hazı var.→ k’ala[2]

III. [isim-cümlemsi + son-edat = zarfsal cümlemsi] So-xenşa melenk’aleni oxorepe azin. (ÇM-Ğvant) Oturduğu yerden karşı taraftaki evleri görüyor.


so (ÇM ~ ÇX) soru z. 1. Nerede. Ha-steri k’ai k’oçi ham oras so gaz*iren ? (FN-Sumla) Böyle iyi adam bu zamanda nerede bulabilirsin ? Memet’i so ren ? (AH-Borğola) Mehmet nerededir ? Çkinepe so doskides ? (ÇX-Makret) Bizimkiler nerde kaldı ? Berepeyi xoma var-vognap. So isteran ? - Telli skani oxori uk’vaşxe isteran diye vimsifon. (ÇX-Çxalazeni, TM) Çocukların sesini duymuyorum. Nerede oynuyorlar ? - Hepsi senin evinin arkasında oynuyorlar diye düşünüyorum. 2. Nereye. So idasen var-uşk’un st’eri ikten. (ÇM-Ğvant) Nereye gideceğini bilmez gibi dönüp dolaşıyor. Mamut’işi oxoriz miti va-ren. Nintere (= nintepe) so idez ? (FN-Ç’anapet) Mahmud’un evinde kimse yok. Kendileri nereye gittiler ? Hako dido dovalu adeti va-ren. So gextu p’eya ? (FN-Ç’enneti) Bu kadar çok gök gürlemesi görülmüş şey değil. Nereye yıldırım düştü acaba ? Xvala xvala so ulur ? (AH-Lome) Yalnız yalnız nereye gidiyorsun ? Ncamez amaxtaşi modvalu so dodumer ? (AH-Lome) Camiye girince ayakkabıyı nereye koyuyorsun ? # Ağustozi mulun atmacaş ora/ Va-mp’orom-i, kale bozo gyozgyora/ Va-mp’oromna dotkvi başka gobgora/ Muç’o p’a do so bida e verane. (AH-Musazade, Y.T.) Ağustos geliyor atmaca zamanı/ Beni sevmiyor musun, kız, sanki / Beni sevmiyorsan söyle, başka birini arayım/ Nasıl yapayım, nereye gideyim, ey gidi. Memet’i so ulun ? (AH-Borğola) Mehmet nereye gidiyor ? Pinti dolokunuten so ulur ? Moxti. Dolokunu diktiyi. (HP-P’eronit) Pis elbise ile nereye gidiyorsun. Gel. Değiştir. → nak/ nay (PZ)


soba i. [çoğ. sobape] Soba. Bere k’it’i t’u3a soba non3’ay. Gvaç’vasen. (ÇM-Ğvant) Çocuk parmağını sıcak sobaya değdiriyor. Yanacak. K’oçi soba dişk’a meşk’utoçay. (AŞ-Ok’ordule) Adam sobanın içine odun atsın. Doloxe na-amadgun soba kogamobiğat. (AŞ-Ok’ordule) İçeride duran sobayı çıkaralım. Ntxiri 3epla soba molvobğun. (AŞ-Ok’ordule) Fındık kabukları sobanın içinde duruyor. Doğani soba dişk’a meşk’vobğay. (AŞ-Ok’ordule) Doğan sobaya odun atıyor. Sobaşen na-gamiği mt’ut’a omt’ut’alez mexvi. (FN-Sumla) Sobadan çıkardığın külü küllüğe dök. Sobaz k’uçxe memaç’u. (AH-Lome) Sobada ayağım yandı. Soba dodgim-i ? (AH-Lome) Soba kuruyor musun ? Dişka sobaz doloxe k’ayi va-meşudvaşi menoç’vepe gale gamalams. (AH-Lome) Odunu sobanın içine iyice yerleştirmedin mi köseğiler dışarı düşer. Soba meskurun. (AH-Lome) Soba sönüyor. Sobaz na-yodgin k’uk’umaşi 3’k’ari ixarxalen. Tude kogeiği. (AH-Lome) Sobanın üzerinde duran güğümdeki su kaynıyor. Aşağıya al. Ot’ubinu şeni sobas konuxedun. (AH-Borğola) Isınmak için sobanın karşısına oturur. Ham dişkape domç’k’u-doren. Sobaşi k’eleşen kezdit. Advasen. (AH-Borğola) Bu odunlar çok kurumuş. Sobanın yanından kaldırın. Tutuşacak. Soba vogzi. Ama dişka xodiliç’uşi kameskiru. (AK-Döngelli) Sobayı yaktım. Ama Odun yanıp bitince söndü. Şoleri koltuği soba dogzina manişa doskirun. (AK-Döngelli) Islak koltuk sobayı yakarsan çabucak kurur. Nana-muşikBeres x’ini var-ax’vasya do sobaşi kenaris iloxunaps. (AK-Döngelli) Annesi Çocuğa soğuk olmasın (= çocuğu üşümesin)” diye sobanın yanına oturtuyor. → pilit’a, pilint’a; k’uzina, kuzina


sofra (PZ)(AŞ)(AH-Borğola) i. Sofra. Cemalik sofras muti var-naşk’ums. Cekosums. (PZ-Cigetore) Cemal yemek masasında bir şey bırakmıyor. Silip süpürüyor. Selimi sofra k’o3’omidgay. (AŞ-Ok’ordule) Selim sofrayı önüme yerleştirip koyuyor. Nana-şk’imi sofra komuxedun. Opşa cari imxoy. (AŞ-Ok’ordule) Annem sofranın başına oturuyor. Çok yemek yiyor. Cuma-şk’imi ar cari imxoy çi sofra mu-tu on cekosuy. (AŞ-Ok’ordule) Kardeşim bir yemek yiyor ki sofrada ne varsa süpürüyor. Selimik sofraz na-ren mç’k’udişi punçxape ok’okosu do kotumepez kodubğu. (AH-Borğola) Selim sofrada olan ekmek kırıntılarını bir araya süpürüp tavuklara döktü. → macida; sufra, suffa


soğani i. Soğan. Na-dolobdvi soğanik do dixa-makvalik k’ik’il kogamonç’u-doren. (AH-Lome) Ektiğim patates ve soğan filiz çıkarmış. → k’romi


sokşa (ÇM ~ AŞ)(AH) z. Nereye kadar. Tani sokşa moilu do si daha oncirez can. (AH-Lome) Şafak (= tan) nereyi boyladı. Sen hâlâ yataktasın. → nakşa; soşa


solağani (AH-Borğola) s. Dalgalı. Oynak. Solağani zuğas k’ai var-imçviren. K’oçi dolişkiden. (AH-Borğola) Oynak denizde iyi yüzülmez. İnsan boğulur. → soloğanoni; dalgali


sole[1] (ÇM ~ AŞ) z. Nereden. Ham bere sole mulun ? (ÇM-Ğvant) Bu çocuk nereden geliyor ? Ham k’oçi sole mulun ? (AŞ-Ok’ordule) Bu adam nereden geliyor ? Ham k’oçi sole ulun ? (AŞ-Ok’rdule) Bu adam nereden gidiyor ? Ali sole gamast’u ? Var-oxobo3’oni. (AŞ-Ortaalan) Ali nerden sıvıştı ? Anlayamadım. → nakelendo; solendo, solen


sole[2] (FN) z. 1. Nereden. 3’anape sole golaxtu var-gaçkinaşa k’oçi ibaden. (FN-Ç’anapet) Senelerin nerden geçtiğinin farkına varmadan insan yaşlanıyor. 2. Nereye. Alimse-çkimi, toli obdvi-gom3’k’işa oxoyişen sole gamastu ? Var-maçkinu. (FN-Ç’anapet) Yeğenim, ben göz açıp kapana kadar evden nereye kayıp çıktı ? Anlayamadım.


sole[3] (AH) z. Ne yöne. Ne tarafa. Ha3’i şkule sole bidaten ? (AH-Lome) Şimdiden sonra ne yöne gideceğiz ? Memet’i sole idu ? (AH-Borğola) Mehmet ne tarafa gitti ?


solen (AH ~ HP ÇX)(AK) z. I. Nereden. # Raxat bort’i si ma solen maz*iri ? (AH-Musazade, Y.T.) [Seni görmeden önce] rahat idim. Seni nereden görmüşüm ? Ha mç’imas haşşo solen mulurt ? (AH-Lome) Bu yağmurda böyle nereden geliyorsunuz ? Maİsa ar oxorca ren ” ma doma3’onu. 3’urak’a na-gamaxtat’u solen maçkinat’u ? (AH-Lome) BenDoğru bir kadındırsandım. Fahişe çıkacağını nereden bilecektim ? Ç’e, bere ! Solen mulur ? (AH-Borğola) Hey çocuk ! Nereden geliyorsun ? Vit ndğa mu ren ki ! Solen gamastun belli var-ix’ven. (AK-Döngelli) On gün nedir ki ! Nereden geçer (= biter) belli olmaz. Memetis guri muxtaşi solen ilastun belli var-ix’ven. (AK-Döngelli) Mehmet kızınca nereden sıvışıp da kayboluyor belli olmuyor. → nakelendo; sole[1] + [2], solendo

II. Ne taraftan. Xasani solen idu ? (AH-Borğola) Hasan ne tarftan gitti ?


solendo (ÇM ~ AŞ-Ok’ordule) z. Nereden. Ham dişk’a solendo moği ? (ÇM-Ğvant) Bu odunu nereden getirdin ? Solendo mt’a moşk’a3’uy. Haya o3’edit. (AŞ-Ok’ordule) Nereden ot çekip çıkarıyor. Ona bakın. → nakelendo; sole, solen


soli (FN-Ç’enneti) s. ve i. Güneşsiz (yer). Güneşin vurmadığı (yer).


soloğani (AŞ-Ortaalan ~ AH-Lome) i. Denizin dalgalanması. Denizdeki dalga. Zuğa soloğani na-noç’apxay guri-şk’imi naç’apxen steri doma3’onen. (AŞ-Ortaalan) Denizde dalganın çarptığı, yüreğime çarpıyor gibi zannediyorum. Didi soloğani iyayiz mzugaşen işkurinen. (FN-Ç’anapet) Büyük dalgalar oluşunca denizden korkuluyor. Ham t’aonis nçxomi var-iven. Mzuğak soloğani geçams. (AH-Lome) Bu havada balık olmaz. Deniz karayel vuruyor. → dalga; salağani


soloğanoni (FN) s. Dalgalı. Soloğanoni mzugaz amaxtayiz var-içkinen do k’oçi a piçoraz yalişen imendranen. (FN-Ç’anapet) Dalgalı denize girince farkına varılmıyor da insan bir anda sahilden uzaklaşıyor. → dalgali; solağani


Somexi (AH-Borğola) s. ve i. Ermeni. P’ap’uli-çkimişen Somexi na-zop’ont’u bogni. Ha3’i irikErmeniya do ixmars. (AH-Borğola) Dedemden [Ermeniler’e] Somexi dediğini duydum. Şimdi herkesErmenidiye kullanıyor. [Bu terim Gürcüce’de “Ermeni” anlamında kullanılan Somexi kelimesi ile aynı kökenli olması gerekir.] → Ermeni; [Hemşinli] Msumexi, Sumexi, Xemşelli; K’alon-k’arbuğali


soni (FN) z. Sonunda. Ndğaz lumcişa ugyareli u3’k’areli pouşi ikoms. Soni hek noxro3kasen. (FN-Sumla) Gün akşama kadar yemek yemeden su içmeden çapa vuruyor. Sonunda orda onun uğruna geberecek.


sontxa (FN-Sumla) bsz z. Bilinmeyen bir yerde. Bilinmeyen bir yere. → sotxa, sutxa, suntxa, suntxani, sotxani[2]


sontxani (FN-Sumla) bsz s. Bilinmeyen bir yere ait. Sontxani ar k’oçi ar sontxaşa ulun. (FN-Sumla) Bilinmeyen [uzak] bir yere ait adam bilinmeyen [uzak] bir yere gidiyor.


sontxaşa (FN-Sumla) bsz z. Bilinmeyen bir yere doğru. Sontxani ar k’oçi ar sontxaşa ulun. (FN-Sumla) Bilinmeyen [uzak] bir yere ait adam bilinmeyen [uzak] bir yere gidiyor.


sontxaşen (FN-Sumla) bsz z. Bilinmeyen bir yerden. Ham k’at’u ar sontxaşen oxo-çkunişa komoxtu. (FN-Sumla) Bu kedi bilinmeyen bir yerden evimixe geldi.


sonuri (ÇM ~ ÇX) s. ve i. Nereli. Him k’oçi sonuri-n ? (AŞ-Ok’ordule) O adam nerelidir→ nakonuri


sori i. Soru. Na-momincğoni sorepeşa na-maxonu k’onari cevabi mepçi. (AK-Döngelli) Bana gönderdiğin sorulara yapabildiğim kadar cevap verdim. → ç’itxa


sosiali/ sosyali s. Sosyal. [< Fra.] Toplumsal. Mtel k’oçiz, serbesluğite oskidu şeni kianaz na-golulun sosiali do idari nizamişa xak’k’i uğun. (FN-Ç’anapet) Her insanın, özgürce yaşamak için dünyada geçerli sosyal ve idarî düzenin olmasına hakkı vardır.


sosyalist’i/ sosyalisti i. Sosyalist. [< Fra.] Ma ham seferi moxt’asen seçimis reyi-şk’imi sosyalist’epes mepçare. (PZ-Cigetore) Ben bu sefer gelecek seçimde oyumu sosyalistlere vereceğim.


soşa (FN ~ ÇX) z. Nereye kadar. → nakşa, sokşa


soti (ÇM ~ ÇX)(AK) bsz z. I.a. [olumsuz cümlelerde soti] Hiçbir yerde. Bir yerde. Hiçbir yere. Bir yere. Ham bere soti var-iz*iren. Bolaç’i t’ufa var-iyuk’o. (PZ-Cigetore) Bu çocuk hiçbir yerde görülmüyor. Sakın buhar olmuş olmasın. Ham Xasanis soti k’oçonoba var-nusun. (PZ-Cigetore) Şu Hasan’a hiç insanlık sürünmemiş. # E verane K’ek’eti/ Diyi hakoni yerli/ Soti soti va-vulur/ Temelli vor temelli. (ÇM, bir atma türkü) Hey gidi K’ek’eti/ Oldun buranın yerlisi/ Hiçbir yere bir yere gitmiyorum/ Temelli buralıyım temelli. Lobca t’ağani ek’ibğen. Başk’a soti var-iyen. (AŞ-Ok’ordule) Fasulye tavaya eklenir. Başka bir yere olmaz. Noğaşe oxorişa moit’aşa soti mot elacoxer ! (FN-Ç’anapet) Çarşıdan eve gelirken hiçbir yere uğrama ! Arguni-çkimi bgori do soti va-bz*iri. (FN-Sumla) Baltamı aradım, ama hiçbir yerde bulamadım. Mustava lumcişa oxoyiz kogeşaxen do soti va-ulun. (AH-Lome) Mustafa akşama kadar evde boş oturup bir yere gitmez. Baba-muşik bere dido nokaçams. Soti var-oşkumers. (AH-Lome) Babası çocuğu çok daraltıyor. Bir yere göndermiyor. Amseri soti var-malen. Lazut’i pkirçolaten. (HP-P’eronit) Bu akşam bir yere gidemiyoruz. Mısırı taneleyeceğiz. (→ sotiksani/ sottiksani, sotiskani) b. [soru cümlesinde soti] Bir yerde. Bir yere. Seri-gverdi huy soti ilen-i ? (AŞ-Ok’ordule) Gece yarısı şimdi bir yere gidilir mi ?

II. [gelecek zaman olumlu biçimi önünde soti = kaygı ve korku ifadesi] Bir yere. Bir yerde. Porça altuni nubun. Soti ot’oçamt’are. (AŞ-Ok’ordule) Gömlekte altın takılıdır. Bir yere atmayasın.

III. [sıfat + soti, olumlu] Bir yerlerde. Bir yerlere. Dadi mendra soti ulut’aşi pencerepe getragums. (AH-Lome) Yaşlı kadın uzak bir yerlere giderken pencereleri kapatıyor. → sotis/ sotiz

IV. [olumlu cümlelerde ar soti] Belirsiz bir yerde. Belirsiz bir yere. Ali nak’u çorpa on. Ar soti ulurt’aşa p’anda goiragaden-goisak’at’en. (PZ-Cigetore) Ali ne kadar da sakar. Bir yere giderken her zaman kırılıp sakatlanıyor. Eminek ar soti ulut’aşa fot’a-muşi elanz*ik’ums do ulun. (PZ-Cigetore) Emine bir yere giderken peştamalinin kenarını kıvırıp gidiyor. Ma ar soti vulut’aşa Xasani gza-şk’imis kocemadven. (PZ-Cigetore) Ben bir yere giderken Hasan yoluma engel oluyor. Zade mevik’açi. Ma ar soti mendemiyoni da. (AŞ-Ok’ordule) Çok darlandım (sıklıdım). Beni bir yere götür da. Ot’oçape ar soti dvompuli. (AŞ-Ortaalan) Tabancayı bir yere sakla. Şeyepe-skani oxormonduniz mot giz*in ? Hantere ar soti kezdi ! (FN-Ç’anapet) Eşyaların evin ortasında niye duruyor ? Bunları bir yere kaldır ! Ar soti bulur. (FN-Sumla) Bir yere gidiyorum (= seni ilgilendirmeyen, söylemeyeceğim bir yere gidiyorum). Ont’uleşi ğoberi şeni ç’uburişi masayi mik’orems. Ar soti ç’uburişi nca komaz*iren-i, p’eya ? (AH-Lome) Tarlaya çeper için kestane kazığı lazım. Bir yerde kestane ağacı bulabilir miyim acaba ? Emine ar soti ulut’aşi p’anda irişen k’ap’ulaz ek’askidun. (AH-Lome) Emine bir yere giderken her zaman herkesin arkasında kalıyor. Mja bak’laç’ite mjoraz nuz*in. Serini ar soti keladgi. (AH-Lome) Süt bakracın içinde güneşe karşı duruyor. Serin bir yere kaldır. Hem berez dido oncğore aven. Miti moxtaşi igzalant’aşa ar soti keloç’abun do t’k’obun. (AH-Borğola) O çocuk çok utanıyor. Biri eve gelince o gidinceye kadar bir yerde yapışır da saklanır.

V. (FN-Sumla) [olumluluk başekli fiil önünde soti] 1. Yoksa. P’içva soti oç’k’omi ! (FN-Sumla) Yoksa orucunu bozdun mu ! [kelimesi kelimesine : yoksa orucunu yedin mi !] 2. Genelde olmaz ama kim bilir. Olabilir. Onaz daçxuri mot-ok’ogzamt. Soti konan3’inasen. (FN-Sumla) Tarlada ateş yakmayın. Kazara yangın çıkar. → yevana; vana[1]; vanatina

VI. (FN-Sumla)(AK) Sakın. Mebikosit. Soti çkunda komogalasen ! (FN-Sumla) Artık silindik (=dostluğumz bitti). Bize gelme ! Soti nena var-meça. Osmanik icoxups. (AK-Döngelli) Sakın ses verme. Osman çağırıyor. Nandidi-çkimi uk’unağurun heralda. Soti var-melas ! (AK-Döngelli) Babaannem bayılıyor herhalde. Sakın düşmesin ! → amani[1]; mondo[2], modo; vaşa


so-ti (ÇM ~ ÇX) bsz z. [taviz cümlemsilerinde] Nerede (olsa olsun). Nereye (giderse gitsin). So-ti txombu doborgare gamaxombun. (AŞ-Ok’ordule) Nereye kızılağaç dikersem içten kuruyor. So-ti ort’t’are ort’t’i, so-ti idare idi, ma si gzirare. (AŞ-Ortaalan) Nerede olursan ol, nereye gidersen git, ben seni bulacağım. Amet’t’i so-ti idasen hey kelidven. (AŞ-Ortaalan). Ahmet nereye giderse oraya yerleşiyor. T’akimepeşi nk’ola so-ti dobdvare açkinen do muturen kemizdams. (FN-Ç’enneti) Aletlerin, takımların (= çekiç, bıçkı vs’nin) olduğu yerin (= dolabın) anahtarını nereye bırakırsam onu keşfediyor (= buluyor, anlayabiliyor) ve hepsini alıkoyuyor. Doğaniz daç’k’indaşi na-ren so-tiz kodamk’u3en. (AH-Borğola) Doğan yorulunca olduğu yere [= olduğu yer neresi olsa olsun] çömelir. → nakos-t’i, nakos-t’i-na, so-ti-na


sotiksani/ sottiksani (AH-Lome) z. Hiçbir yerde. Hiçbir yere. Açkva berepete sottiksani var-bulur. Dunya ink’raxi domoxenapez. (AH-Lome) Bir daha çocuklarla bir yere gitmem. Dünyayı ikrah ettirdiler. Haşşo mç’ima mç’imt’aşi sotiksani var-ilen. (AH-Lome) Böylesine yağmur yağarken hiçbir yere gidilmez. Babak badana ikomt’aşi sotiksani var-nusumerz. (AH-Lome) Babam badana yaparken hiçbir yere bulaştırmıyor. K’oçi-çkunik bozo xvala sotiksani var-oşkumers. Suntxa idasen cuma-muşi k’ap’ulaz ek’utxozinams. (AH-Lome) Bizim adam kızı hiçbir yere yalnız göndermiyor. Nereye giderse kardeşini arkasından gönderiyor. → soti; sotiskani; [hiçbir yerde] sotiksaniz


sotiksaniz (AH-Borğola) z. Hiçbir yerde. Ğomamci so rt’i ? Si sotiksaniz var-gz*iri. (AH-Borğola) Dün nerede idin ? Seni hiçbir yerde görmedim.[hiöbir yerde/ hiçbir yere] soti; sotiksani/ sottiksani, sotiskani


sotik’ere (PZ), sotik’ore (ÇM ~ AŞ) bsz z. Her nerede. Herhangi bir yerde. Her nereye. Herhangi bir yere. Neresi olsa olsun. Toli mo-mazirt’ay. Sotik’ore iğare iği. (ÇM-Ğvant) Gözüm görmesin. Nereye götürürsen götür. Sotik’ore ort’asen ort’ay mendaft’at. (AŞ-Ok’ordule) Nereye olursa olsun gidelim. Sotik’ore ma si gzirare. (AŞ-Ortaalan) Nerede olursan ol, ben seni bulacağım. → sotiren/ sotiyen


sotik’oreni (ÇM) s. Her yer ile ilgili. Alamanyaşi sotik’oreni xaritape (= let’a-simadepe) giğun-i ? (ÇM-Ğvant) Almanya’nın çeşitli yerlerini detaylı gösteren haritaların var mı ?


so-ti-na (PZ) bsz z. [taviz cümlemsilerinde] Nerede (olsa olsun). Nereye (giderse gitsin). So-ti-na nç’oreri na-z*irare dudi mot-no3onam. (PZ-Cigetore) Nerde delik görürsen başını sokma. Ali so-ti-na idasen biç’i bere-muşi-ti eluk’atun. (PZ-Cigetore) Ali nereye giderse erkek çocuğu da yanında oluyor (= duruyor). So-ti-na vidare berepe-şk’imi p’anda gomaşinen. (PZ-Cigetore) Nereye gidersem çocuklarımı daima hatırlıyorum. So-ti-na vidare, k’ada-şk’imi şk’ala vulur. (PZ-Cigetore) Nereye gidersem yoldaşımla gidiyorum. K’oçi so-ti-na idasen p’anda mç’imas cik’açen. (PZ-Cigetore) Adam nereye giderse her zaman yağmura yakalanıyor (= tutuluyor). Xasanişi Ayşek so-ti-na z*irasen purkepe goik’limams. (PZ-Cigetore) Hasan’ın Ayşesi nerede çiçek bulursa kendi etrafına takıyor. → nakos-t’i, nakos-t’i-na; so-ti


sotinuri[1] (ÇM ~ AŞ) s. Nereli olduğu belli olmayan. Bilinmeyen bir yerden olan. Tanınmayan. Kimliksiz. Sotinuri laxerepe moxt’ey do oxori kok’ibğey. (ÇM-Ğvant) Nerenin deliler gelip de evde yığıldılar. Sotinuri k’oç’i oxori moy-oxişk’um. (ÇM-Ğvant) Nerenin adamını (= nerenin olduğu tanımadığın adamı) eve alma. # Daçxuri na-eyodgun / Xarxalay ç’uk’alina / - Ar ç’urç’i var-eyadgu / Sotinuri Alina. (ÇM-Ğvant, Tembel Ali’ye atma türkü) Ateşin üzerindeki / Küçük kazan kaynıyor / - Bir büyük kazan (ateşin üzerine) koyamadı / Nerenin Ali’si. Sotinuri k’oçepe hay komooni. (AŞ-Ok’ordule) Nereli olduğu belli olamayan adamları buraya getirdin. Ma sotinuri oşk’omalepete korba va-bizğam. (AŞ-Ortaalan) Ben nerenin (= nerden geldiği belli olmayan) yiyecekleri ile karın doyurmam.


sotinuri[2]/ sotinui/ sotinuyi (PZ)(FN ~ HP ÇX)(AK) s. I.1. (PZ)(FN)(AH-Borğola ~ HP ÇX)(AK) Nerede varsa hepsi. Ne kadar varsa o kadar. Bütünüyle. T’ok’t’ok’oro-k’inçik sotinuri mcalepe gamanç’oru. (PZ-Cigetore) Ağaçkakan bütün ağaçları deldi. Cemalik sotinuri dişk’alepe ok’uk’açams doİri şk’imi onya it’us. (PZ-Cigetore) Cemal ne var ne yok bütün odunları (= herkesinkini kendine) topluyor veHepsi benimdiyor. Xasanik sotinuri mcalepe ok’ok’vatums. (PZ-Cigetore) Hasan nerde ağaç vardı ise ortadan kesiyor. Japoniyas hişo zelzele iyu ç’i 3unami iyu do sotinuri oxorepe coningtu. Opşa k’oçepe işk’idu. (PZ-Cigetore) Japonya’da öyle deprem oldu ki tsunami geldi de nerede ev vardı ise hepsini yıktı. Çok insan öldü. Alik handğa sotinuri m3xuli 3’ilu do komomiğu. (FN-Ç’anapet) Ali bugün nerede armut vardıysa hepsini toplayıp bana getirdi. Berepek gyari imxort’eşa sotinuri puncxa tude kodobgez. (FN-Ç’anapet) Çocuklar yemek yerken yığınla ekmek kırıntısını yere döktüler. Ncaş tude mobişvacit-dort’un do sotinui xila keyemabğes. (FN-Sumla) Ağaç altında dinleniyorduk. Buz sarkıtları ne kadar varsa hepsi peş peşe üzerimize döküldü. Hamseri ixi baru do sotinui ntxiri let’as obğun. (FN-Sumla) Bu gece rüzgâr esti ve ne kadar fındık varsa yere serilmiş durumdadır. Oxori k’odumt’uşi sotinuri ncape kok’obğu. (AH-Borğola) Evi inşa ederken ne kadar ağaç varsa hepsini yığdı. Sotinuri unosepe ma xogumabğu. (AK-Döngelli) Ne kadar akılsız varsa hepsi bana sardı. 2. [Taviz cümlemsiyi oluşturur.] Ne kadar varsa o kadar. Jilendo sotinui let’a na-ren ment’ro3u. (FN-Sumla) Yukarıda ne kadar toprak varsa koptu, heyelân oldu.

II. (AH-Lome) Nere(ler)den gelme. Nere(ler)den kalma ve birikme. Sotinuri onaxoni ok’obğam do mot-moimer. Hak si xezmetçi var-giyonun. (AH-Lome) Birikmiş kirlilerini toplayıp getirme. Burada senin hizmetçin yok.


sotipe (AH-Borğola) bsz i.çoğ. Bir yerler. Bere oxorişe ordo var-moxtaşi na-alasen sotipe telefonite goigoren. (AH-Borğola) Çocuk eve erken gelmeyince gidebileceği yerler telefonla aranıyor. Ğalepez dido 3’k’ari na-dolodgitun sotipeşet’obaitkven. (AH-Borğola) Derelerde çok suyun durduğu yerlere Lazca olarak t’obadenir. → soti z.


sotiren/ sotiyen (FN) bsz z. Herhangi bir yerde. Nerede ise. K’alati ha3’i sotiyen komoiği. (FN-Ç’anapet) Sepet şimdi nerede ise getir. Si na-gorum dulya sotiyen kiz*iren. (FN-Sumla) Senin aradığın iş herhangi yerde bulunur. İri ndğaz şums. Sotiyen elaxro3kasen. (FM-Sumla) Her gün (içki) içiyor. Bir yerde geberip gidecek. → sotik’ere, sotik’ore


sotirenşa/ sotiyenşa (FN) bsz z. Herhangi bir yere. Bozo-skaniz ora meyulu. Ar sotiyenşa komeçi. (FN-Sumla) Kızının evlilik zamanı geçti. Herhangi bir yere ver (= evlendir). → sotişe


sotis/ sotiz (AH-Borğola) bsz z. [sıfat ya da sıfatsal cümlemsi + sotis/ sotiz] (Bir haldeki) yerde ya da yere. Ont’ulez dolont’ro3eri sotiz mutu var-dirgen. (AH-Borğola) Tarlada çökmüş yere bir şey dikilmez. Mtviri mtvaşi k’inçişi motalepe na-t’k’obunan sotis elaxro3kunan. (AH-Borğola) Kar yağınca kuş yavruları saklandıkları yerde geberiyorlar. → sotiIII


sotiskani (AK) z. Hiçbir yerde. Hiçbir yere. Elifi dido k’ai k’ulani ren. Emu stei k’ai sotiskani va-ren. (AK-Döngelli) Elif çok iyi bir kızdır. Onun gibi iyi bir kız hiçbir yerde yoktur. → soti; sotiksani/ sottiksani, [hiçbir yerde] sotiksaniz


sotişe (AH) bsz z. [ar sotişe : Herhangi bir yere.] Seri ar sotişe oxtimuşen na-aşkurinen şeni p’anda ari kelok’atun. (AH-Borğola) Gece bir yere gitmekten korktuğu için her zaman yanınında katılan biri vardır. → sotirenşa/ sotiyenşa


sotiyen → sotiren


sotiyenşa → sotirenşa


soton (ÇM) zm. Belirsiz bir yerde. Amser soton let’a koxink’anu. Haminepe-ti ink’art’u. (ÇM-Ğvant) Bu gece biryerlerde deprem oldu. Buralar da sallandı. Bere soton a3’unen. Ç’umanişi şuk’ule inağlen. (ÇM-Ğvant) Çocuğun bir yerleri ağırıyor. Sabahtan beri belli belirsiz (= anlaşılmayan) sesler çıkarıyor.


sotxa (PZ ~ ÇM)(AŞ-Ortaalan) bsz z. Bir yerde. Bir yere. 1. Herhangi bir yerde. Herhangi bir yere. Morderi-nana-şk’imik opşa mskva oşk’omale ikums. Ar sotxa duguni iyasi irik himus oşk’omale oxenapu gorums. (PZ-Cigetore) Büyükannem çok güzel yemek yapar. Bir yerde düğün olunca herkes ona yemek yaptırmak istiyor. Sedati ar sotxa idu. (AŞ-Ortaalan) Sedat bir yere gitti. 2. Bilinmeyen bir yerde. Bilinmeyen bir yere. Dok’anaşe sotxa it’va3en. (PZ-Apso) Tabanca bir yerde patlıyor. Nk’ola sotxa dovompuli. Var-bziram. (ÇM-Ğvant) Anahtarı bir yere sakladım. Bulamıyorum. → sutxa, sontxa, suntxa, suntxani, sotxani[2]


sotxana (ÇM) i. Katık dolabı. Ayşe k’uk’ma sotxana moladguy. (ÇM-Ğvant) Ayşe güğümü katık dolabına koyuyor. ≠ dojina-sotxana


sotxani[1] (ÇM) bsz s. Bilinmeyen bir yere ait. Na-var içinam sotxani berepe şk’ala mo-ikter. (ÇM-Ğvant) Tanımadığın bir yerin (= nereli oldukları bilinmeyen) çocukları ile dolaşma.


sotxani[2] (AK) bsz z. Bir yerde. Bir yere. Doğani ar sotxani idasinon do Turanik gu3’ancğonen. (AK-Döngelli) Doğan bir yere gidecek de Turhan ona öncülük ediyor. → sotxa, sutxa, sontxa, suntxa, suntxani


sotxapes (PZ) bsz z. Bir yerlerde. XasanikA p’ot’t’e kodomaç’iraserendeyi ar sotxapes cenç’areri elaşinaxums. (PZ-Cigetore) HasanGün ola lâzım olurdiye bir yerlerde para saklıyor.


soya (ÇM)(AŞ-Ortaalan ~ FN) i. Belli bir biçim verilmiş ağaç direk. [ör. Evlerde kapı kenarlarındaki direklere de soya denir.] Ali ğoberi-soyape dolvo3onay. (ÇM-Ğvant) Ali çit direklerini [toprağa] saplıyor. Otva mç’ipe soyape so-on msvape mturite dolindra3’en. (ÇM-Ğvant) Çatıda ince kalasların (= makasların) olduğu yerler kardan çukurlanıyor. Ali noğaşa na-iyindru onç’oraşete soyape vrosi inç’oren. (ÇM-Ğvant) Ali’nin kasabadan aldığı delici ile direkler çok kolay deliniyor. Ali oxorişi galeni soyapeMç’ima mo-nobğamt’aydeyi mç’ipe k’avari gutuy. (ÇM-Ğvant) Ali evin dış tarafındaki direklere yağmur serpmemesi için ince örtü ile örtüyor. Soya k’afri konoç’adi do lamba kocelabi. (AŞ-Ortaalan) Direğe çivi çak da lambayı as. Oxoyişi nk’ola axirişi doloxeni soyaz gelobun. (FN-Ç’anapet) Evin anahtarı ahırın içindeki direkte asılıdır.


soyi/ soi (AŞ) i. [dey. mu soyi ! : Ne biçim !] Ali o3’edit. Dondurma mu soyi nolosk’ay ! (AŞ-Ok’ordule) Ali’ye bakın. Dondurmayı ne biçim yalıyor !


sozi i. Söz. Sozi meçams. (PZ)(FN ~ HP) Söz veriyor. # Muperi boyi giğun ! / Gyuli, 3’i3’ila re-i ? / İris na sozi meçam / Şa ok’i3’ilare-i ? (AH-P’ayante, K.K.) Ne biçim boyun var ! / Gyuli, yılan mısın ? (*) / Herkese söz veriyorsun da / Asla kendini ortadan ikiye ayıramazsın. [(*) Lazcada “yılan gibi” = İnce ve uzun boylu. Türkçede gibi kötü anlamı yoktur.] Memet’işi nenas x’uci var-meçat. Emuk na-meçu sozişen guikten. (AK-Döngelli) Mehmet’in sözüne kulak vermeyin. O verdiği sözden döner. → nenaV; lak’irde; zit’a; f. [birine söz veriyor] nandven[1]

[dey. sozi nuk’vatups (AK) : Söz kesiyor. Sözleşip karar veriyor.] Amseri Xaccek k’ulani-muşi şeni sozi nuk’vatups. (AK-Döngelli) Bu gece Hatice kızı için söz kesiyor. → nena mek’vatums[1]/ nena mek’vatuy[1]; zit’a nik’vatay/ zit’a doduy


sozluği i. Sözlük. Lügat. Si na-ikum sozluği ma-ti na-elegişver şeni zade elemamsk’ven. (AŞ-Ok’ordule) Senin yaptığın sözlükte ben de yandan destekte bulunduğumdan dolayı şımarıyorum. Sozluği-şk’uni ar diçoduk’o deyi guri mipatxalay. (AŞ-Ok’ordule) Sözlüğümüz bir bitseydi diye kalbim çırpınıyor. → lugat’i, lugati


sp’ina (PZ ~ ÇM)(AŞ-Ortaalan) i. [çoğ. sp’inape] I. (PZ ~ ÇM) Değirmende kapalı oluk. Karmat’eşi sp’inaşa 3’ari ibzit’ilen. (PZ-Cigetore) Değirmenin oluğundan su fışkırıyor. Otvaşi mç’ima-3’arepe ok’in3’oren. Otva-sp’inaşa culun. (ÇM-Ğvant) Çatıdaki yağmur suyu toplanarak çatı borusundan iniyor. [açık veya kapalı oluk] maçxa; moydoni

II. (AŞ-Ortaalan) Su değirmenlerinde olukla getirilen suya tazyik kazandırmak için oluğun sonuna takılan bir aparat. → stvina


sp’ina-moydoni (ÇM-Ğvant) i. Değirmende kapalı oluk. → ğurni[2]; ≠ 3’ari-moydoni


sp’inums/ sp’inuy (PZ ~ AŞ) Eø har.f. Islık çalıyor. → stvinums, ustvins, ustvinams[2], stvinoms, stvinups


srimums (FN), srimoms (AH) EA har.f. Ovuyor. Basa basa el gezdiriyor. Masaj yapıyor. Xasanik doxedu-doren do k’uçxe-muşi srimums. (FN-Sumla) Hasan oturmuş. Ayağını ovuyor. → simums/ simups; + isrimams

+ usrimams (FN), usrimoms (AH) EDA har.f. Birinin [dat.] vücudunun bir yerini [aps.] ovuyor. Masaj yapıyor. Yilmazik Doğaniz mxuci usrimams. (FN-Sumla) Yılmaz Doğan’ın omuzunu ovuyor. Aşek k’at’a seyiz nana-muşiz k’uçxepe usrimoms. (AH-Lome) Ayşe her gece annesinin ayaklarını ovuyor. Nanaz k’ap’ula dido a3’k’unen. Aşek k’at’a ndğaz nanaz k’ap’ula usrimoms. (AH-Lome) Annemin sırtı çok ağırıyor. Ayşe her gün annemin sırtını ovuyor.


Stauşina (AH-Lome), Staroşina (AH-Borğola) i. Eylül ayı. Han3’o 12 Stauşinaz referandumi ivu do anayasaşi bazi maddepe dikturu. (AH-Lome) Bu yıl 12 Eylülde referandum yapıldı ve anayasanın bazı maddeleri değişti. Han3’o 12 Tuta-staroşinas ağani anayasa gamaxtu. (AH-Borğola) Bu yıl 12 Eylül’de yeni anayasa çıktı. → 3’ilva[1]; Çxalva; St’aroşina; Eyluli; St’aoşina; Çxavla; StveliII


-sterepe (FN ~ HP ÇX) [İsim arkasına eklenerek çoğulumsu isim üretir.] Birisi gibiler. Bir şey gibiler. → -st’erepe

a. [Apsolütif durumdaki isim + -sterepe] Çku Xasani-sterepe dido miz*irunan. (FN-Ç’anapet) Biz Hasan gibileri çok gördük. Xasani-sterepe p’ant’a mix’oont’uk’on k’at’a dulya voçodinap’t’it. (AK-Döngelli) Hasan gibiler her zaman yanımda olsaydı her işi bitirirdik.

b. [Apsolütif durumdaki işaret zamiri + -sterepe] Haya-sterepe. (FN ~ AH) Onun gibiler.

c. [Genitif durumdaki şahıs zamiri + -sterepe] Ma skani-sterepe nek’naz elebiskedinam. (AH-Lome) Ben senin gibileri kapımda besliyorum. Lazi kultura oskedinu şeni çkuni-sterepe uk’ors. (AH-Borğola) Laz Kültürünü yaşatmak için bizim gibiler gereklidir.


steri/ steyi (FN ~ ÇX) s.-e. → st’er(i). I. i.s.-e. Gibi. a. [isim arkasında] M3xuliz xila steri çans. (FN-Ç’anapet) Armutta xila gibi (= çok yoğun, salkım halinde) meyvesi var. Xasani beut’i steri cans. (FN-Sumla) Hasan koma halinde imiş gibi uyuyor. Bere-skani 3’ilavayi steri irden. (FN-Sumla) Çocuğun sağlıklı büyüyüp uzun boylu oluyor. 3kvit’i steri i3’kers. (FN-Sumla) Tilki gibi kurnazca bakıyor. He didi k’oçikOncğore renya va-zop’onz do pencerez coğori steri namxven do doloxe ixosars. (AH-Lome) O koskoca adamAyıptırdemiyor da, köpek gibi pencereye çöküp içeriyi dikizliyor. Bozok ti ibonuşi ntoma met’aksi steri davu. (AH-Lome) Kız saçını yıkayınca saçları ipek gibi oldu. Elemit’a do k’ok’i3’a steri zabunobape ar bereşen majura berepez dido k’olay nak’nen. (AH-Lome) Kızamık ve boğmaca gibi hastalıklar bir çocuktan diğer çocuklara çok kolay bulaşır. Yaziş ortaz omuri steri xoşşak’ali mtu. (AH-Lome) Yaz ortasında erik gibi dolu yağdı.

b. [sıfat arkasında] Ar izmoce bz*iri, esse steri. (FN-Sumla) Bir rüya gördüm, sanki gerçek gibi. Berepe m3ika zabuni steri renan. (AH-Lome) Çocuklar biraz hasta gibidirler. O3’k’edu. Bere-muşi gemzuli steri ren. Baba-muşik k’itxu : “Mu gomç’un ?” ya do. BerekMa mutu var-momç’un. Nciri komomixtuya u3’u. (AH-Borğola) Baktı. Çocuğu üzgün gibi. Babası da sordu : “Ne derdin var ?” diye. Çocuk : “Benim derdim yok. Uykum geldidedi. c. [partisip arkasında] Enveriz mu ağodu, var-miçkin. Ğoma ç’umani ğvini şveri steri iktert’u. (FN-Ç’anapet) Enver’e ne oldu, bilmiyorum. Dün sabah şarap içmiş gibi dönüyordu.

II. c.s.-e. -diği gibi. II.a. [na-’lı cümlemsi arkasında] a.1. [hal f. + steri] Bir halde iken. Bir hale uygun olarak. P’ap’uli na-elancant’u steri gamastu. Heşote şuri komeçu. (FN-Ç’anapet) Dedem uyuduğu gibi gitti. Öylece canını verdi. Si iri-mutu guriz na-dologangonen steri gaxenen-i ? (AH-Lome) Sen her şeyi kalbinden geçtiği gibi (içine doğduğu gibi) yapabiliyor musun ? Bak’k’alepek ncumuşi geç’areri na-unonan steri munz*inaman. (AH-Borğola) Bakkallar tuzun fiyatını istedikleri gibi arttırıyorlar.

a.2. [har.f. emp. + steri] Bir hareket daima olacak şekilde. Babak, urz*enişi k’ant’arepe na-var-gestun steri txombuz oxok’orams. (FN-Ç’anapet) Babam üzümün filizlerini, aşağıya kaymayacak şekilde, kızıl ağaca bağlıyor.

a.3. [har.f. perf. + steri] Bir hareket yapar yapmaz. Noğaz toli-çkimişi ogine ar biç’i berek na-geloburt’u mçoxa ezdu do k’oçepez na-goşat’alu steri imt’u. (FN-Ç’anapet) Çarşıda gözümün önünde bir erkek çocuk asılı duran hırkayı aldı ve insanlar arasına daldığı gibi kaçtı. Berek kvaz burguli na-gyontxu steri boyne goidin3xiru. (FN-Ç’anapet) Çocuk dizini taşa çarptığı gibi her tarafı kanlandı. Na-moxtu steyi koxo3’onu. (FN-Ç’anapet, Ç’enneti) Geldiği anda anladı. Bere komoşkvi. Na-moxtasen steyi makvali mepçare. (FN-Ç’enneti) Çocuğu gönder. Gelir gelmez ona yumurta vereceğim. K’uçxe na-dodgasen steyi mtelli dumç’k’upe zims. (AH-Lome) Ayağını bastığı gibi tüm karıncaları eziyor. Şuk’a na-ik’urump’asen steri hek nok3ams. (AH-Lome) Salatalık tomurcuklandığı gibi yerinde çürüyor. Mamuli e3’uk’apu do berez na-maç’apxu steri bere gyoktu. (AH-Lome) Horoz sıçradı ve abanarak çocuğa çarptığı gibi çocuğu yere düşürdü. Na-moxtu steyi ma dolomak’itu. (HP-P’eronit) Gelir gelmez bana sarıldı. [Aynı anlama gelen ifadeler : (PZ-Apso) muç’o moxt’u = moxt’u var-moxt’u = moxt’u var = na-moxt’u st’eri ; (AŞ) moxt’u do var ; (FN-Sumla) muç’o moxtu = moxtu va-moxtu = moxtu var = na-moxtu steri ; (AH-Lome) moxtu k’ala = moxtu var-moxtu = na-moxtu steri]

II.b. (AH) [na-’sız cümlemsi arkasında] Bir hareket meydana gelecek gibi. K’oçis o3’k’edi ! Ar mutus ipelen steri iri dulyas ti o3onams. (AH-Lome) Adama bak ! Bir işe yararmış gibi her şeye burnunu sokuyor. Dido mç’ima mç’ims. Ğalişi 3’k’ariz manz*inen. Ğvari gextasen steri iven. (AH-Borğola) Çok yağmur yağıyor. Derenin suyu artıyor. Sel inecek gibi oluyor. İni kogemadu. Bizabunare steri bore. (AH-Borğola) Soğuk hissediyorum. Hastalanacak gibiyim.


stibun (HP)(AK) Aø har.f. Susuyor. Ar dostibi ! Skani nena do çkimi oğarğalu kuxuint’alen. (AK-Döngelli) Bir sus ! senin sözlerinle benim konuşmam karışıyor. M3ika dostibi, hele ! Ar mitxani icoxups heralda. (AK-Döngelli) Hele az sus ! Birisi çağırıyor herhalde.


stik’oms (AH) EA har.f. Parçalıyor.

+ ustik’ams EDA har.f. Birine ait [dat.] bir şeyi [aps.] parçalıyor. Coğorik bistera ya-şi modvalu domistik’u. (AH-Borğola) Köpek oynayayım derken (= Köpek kendisi oynamayı isterken) ayakkabımı parçaladı.


stoli (FN-Sumla) i. Masa. Coşkunik xami stoliz eyodumels. (FN-Sumla) Coşkun bıçağı masanın üstüne koyuyor. → ost’oli, st’oli; masa


stratecoba i. Stratejik [< Fra.] önem. K’ibrisi ar ç’uç’ut’a ada ren. Ala stratecoba uğun. (AH-Lome) Kıbrıs küçücük bir adadır. Ama stratejik önemi var.


stun (FN ~ ÇX) Aø har.f. [emp.şm.1.tek. pstur; perf.1.tek. (do)pstvi; yet. astvinen (*)] Kayıyor. [(*) Astvinen biçimi, stvinums/ stvinoms (ıslık çalıyor) fiilinin yeterlik kipi ile eşbiçimli olduğundan dolayı her yörede kullanılmıyor. Birçok yörede bunun yerine gelastun/ gilastun fiilinin yeterlik kipi olan gelastvinen/ gilvastvinen kullanılır.] → st’un; nust’vams; st’uy; nust’vay; mestun; + ostvinams; istvinams


stvelora (AH-Borğola) i. Sonbahar. Stveloras ncalepeşi didopek butk’a dobğams. (AH-Borğola) Sonbaharda ağaçların çoğu yapraklarını döker. cuzi; ceyindora/ ceyinora


stveli (FN ~ AH HP) i. I. Meyvelerin bitim zamanı. Stveliş ora. (AH-Lome) Meyvelerin bitim zamanı. Stvelis karmat’eşi 3’k’ayi but’k’apete ninz*gipen. (AH-Lome) Sonbaharda değirmenin suyu yapraklarla tıkanır.

II. (FN-Sumla) Eylül ayı. → 3’ilva[1]; Çxalva; St’aroşina; Eyluli; St’aoşina; Çxavla; Stauşina, Staroşina

III. (PZ-Cigetore)(AH-Lome, Borğola) Kasım ayı. → 3’ilva[2]


stvina (FN) i. [çoğ. stvinape] Değirmende olukla getirilen suya tazyik kazandırmak için oluğun sonuna takılan bir aparat. Karmat’eşi stvinas çonçi nirçak’en. (FN-Sumla) Değirmenin su oluğuna kuru yaprak sıkışıyor. Karmat’eş stvinas çonçi napşen. (FN-Sumla) Değirmen lülesine yaprak tıkanıyor. → sp’inaII


stvinums (FN), stvinoms (HP), stvinups (ÇX)(AK) Eø har.f. [yet. astvinen] Islık çalıyor. → sp’inums/ sp’inuy, ustvins

+ ustvinams[1]/ ustvinaps ED har.f. Birine ıslık çalıyor. Xasaniz bustvini. (FN)(HP-P’eronit) Hasan’a ıslık çaldım. [eşb → ustvins altnda ustvinams[2]]


St’anboli (AŞ-Ok’ordule) i. İstanbul. [< Yun.] Bere St’anbolişa ulun. Cuma-muşi him ek’a3’en. (AŞ-Ok’ordule) Çocuk İstanbul’a gidiyor. Kardeşi onun peşinden bakıyor. Fatmaşi k’oçi St’anbolişa ulun. Him ek’abgay. (AŞ-Ok’ordule) Fatma’nın kocası İstanbul’a gidiyor. [Fatma] onun peşinden ağlıyor. → İst’amboli, İst’anboli, St’anp’oli, P’oli, Mp’oli


St’anp’oli (ÇM) i. İstanbul. [< Yun.] Oxrask’iri-şk’imi andğa St’anp’olişa mulun. (ÇM-Ğvant) Kayınbiraderim bugün İstanbul’dan geliyor. Urumepe St’anp’olişa igzaley. (ÇM-Ğvant) Rumlar İstanbul’dan gittiler. → İst’amboli, İstanboli, St’anboli, P’oli, Mp’oli


St’aoşina (FN-Ç’anapet) i. Eylül ayı. Han3’o St’aoşinaşi vit’o-juriz doxmeli k’anuniz mektura eçkindu. (FN-Ç’anapet) Bu yıl 12 Eylül’de anayasa değişme oldu. Han3’o St’aoşinaşi vit’ojuriz ağne doxmeli k’anuni gamaxtu. (FN-Ç’anapet) Bu yıl 12 Eylül’de yeni anayasa çıktı. → 3’ilva[1]; St’aroşina; Çxalva; Eyluli; Çxavla; StveliII; Stauşina, Staroşina


St’aroşina (ÇM) i. Eylül ayı. Ham3’o 12 St’aroşina anayasa goinkturu. (ÇM-Ğvant) Bu yıl 12 Eylül’de anayasa değişti. → 3’ilva[1]; Çxalva; Eyluli; St’aoşina; Çxavla; StveliII; Stauşina, Staroşina


-st’erepe (PZ)(AŞ) [İsim arkasına eklenerek çoğulumsu isim üretir.] Birisi gibiler. Bir şey gibiler. → -sterepe

a. [Apsolütif durumdaki isim + -st’erepe] Ma Ali-st’erepe golomobun. (PZ-Cigetore) Ben Ali gibilerini takmıyorum (= saymıyorum). Xasani-st’erepe ma cebişa gamobiğam. (AŞ-Ok’ordule) Hasan gibileri ben cebimden çıkarıyorum. Ma İsmaili-st’erepe cebi-şk’imişe eşk’ebiğam. (AŞ-Ortaalan) Ben İsmail gibileri cebimden çıkarırım.

b. [Apsolütif durumdaki işaret zamiri + -st’erepe] Hini-st’erepe. (AŞ-Ortaalan) Onlar gibiler.

c. [Genitif durumdaki şahıs zamiri + -st’erepe] Ma sk’ani-st’erepes çemane golovusum. (PZ-Cigetore) Ben senin gibilere önem vermiyorum. Ma sk’ani-st’erepe cebi-şk’imişe eşk’ebiğam. (AŞ-Ortaalan) Ben senin gibileri cebimden çıkarım.


st’eresaruy (ÇM) EA har.f. 1. Düzenle yerleştiriyor. Ali mcalepe st’eresaruy. (ÇM-Ğvant) Ali ağaçları düzenle yerleştiriyor. Ali na-k’vatu dişk’alepe serendi tudendo st’eresaruy. (ÇM-Ğvant) Ali kestiği odunları serenderin altına yerleştiriyor. Ali puji nok’vatu. Dost’eresaru. Dok’arbu. (ÇM-Ğvant) Ali ineği kesti. Etini ayırıp yerleştirdi. Derisini kurutmak için gerdi. 2. mec. Yok ediyor. Mtuti amseri ar şuroni mendiyonu. Dost’eresaru. (ÇM-Ğvant) Ayı bu akşam bir keçiyi götürdü. Yok etti. → mest’eresaruy/ mest’eresayuy; st’uresauy, st’uressaay; nost’uresaay; ++ nist’eresaray

part. st’eresareri : Düzenle yerleştirilmiş. Düzenli. Ot’oçaşe celabaşete st’eresareri goiğinen. (ÇM-Ğvant) Silah kılıf ile daha kolay (= düzenli) taşınır.


st’eri/ st’er (PZ ~ AŞ) s.-e. → steri/ steyi. I. i.s.-e. 1. Gibi. Biç’i ga3’iren-i ? Ç’urbi-mşk’vela st’eri. (PZ-Cigetore) Delikanlıyı görüyor musun ? Kestane fidanı gibi. Çelepuri mo-iyer. Mu-ti or st’eri, k’oçi st’eri ikti. (ÇM-Ğvant) İstihbaratçı olma. Olduğun gibi, adam gibi dolaş. Xoşk’a st’eri k’oçi bere st’eri isinapay. (AŞ-Ok’ordule) Sırık gibi adam (= koskoca adam) sanki çocuk gibi konuşuyor. Na-dolixvasen manganape ağani st’eri 3’opxuy. (ÇM-Ğvant) Bozulan makineleri yenisi gibi yapıyor. 2. Olarak. Ayşe na-şvasen 3’endeç’i oçinu şeni muton simadi st’eri elvok’limay. (ÇM-Ğvant) Ayşe ördüğü çorabı tanımak için işaret olarak bir kenara birşey takıyor.

II. c.s.-e. 1. -diği. Xasanis (na-)var-ek’vazda st’eri çutuği k’o3’uzun. (PZ-Cigetore) Hasan’ın kaldıramayacak olduğu kütüğü (Hasan’ın) önünde duruyor. 2. -diği gibi. Andğa mç’ima p’ot’e na-va-mç’imu st’eri mç’iy. (ÇM-Ğvant) Bugün yağmur hiç yağmadığı gibi yağıyor. P’ot’e na-var-iziru st’eri dulyape maziran. (ÇM-Ğvant) Hiç görülmemiş işler görüyoruz. 3. -ir ...-mez. [Aynı anlama gelen ifadeler : (PZ-Apso) muç’o moxt’u = moxt’u var-moxt’u = moxt’u var = na-moxt’u st’eri ; (AŞ) moxt’u do var ; (FN-Sumla) muç’o moxtu = moxtu va-moxtu = moxtu var = na-moxtu steri ; (AH-Lome) moxtu k’ala = moxtu var-moxtu = na-moxtu steri]


st’ip’o (PZ ~ AŞ) s. Ekşi. Oşk’omale st’ip’o diyu. (PZ-Cigetore) Yiyecek ekşidi. mç’oxa


st’oli (AŞ-Dutxe) i. Masa. St’oli oxori komolabdvi. (AŞ-Dutxe) Masayı eve koydum. St’oli kodobdgi. (AŞ-Dutxe) Masayi kurdum. → ost’oli, stoli; masa


st’un (PZ)(AŞ) Aø har.f. [emp.şm.1.tek. pst’ur; perf.1.tek. (do)pst’vi, yet. ast’ulinen (PZ), ast’vinen (AŞ)] Kayıyor. Mturi mtvasi k’abanis colvapu maşk’urinen. Ordo ordo ndoğişi jin pst’ur. (PZ-Cigetore) Kar yağınca yokuş inmekten korkuyorum. Sık sık buz üzerinde kayıyorum. Mboli mturi mtvasi otvaşa na-nixvasen mturepe dost’un. Oxori oginde dintxen. (ÇM-Ğvant) Çok kar yağınca çatıdan kar kayıyor. Ağırlığı ile evin önüne düşüyor. Mturi mtvasi ost’vinaşete pst’vaten. (AŞ-Ortaalan) Kar yağdığında kızakla kayacağız. → nust’vams; st’uy; nust’vay; stun; mestun; + ost’ulinams (PZ), ost’vinay (AŞ) EA har.f. Kaydırıyor.


st’up’a (PZ ~ ÇM) i. Tıkaç. Çeserişi sap’i ink’at’u. Xasanik st’up’a gorçams. (PZ-Cigetore) Keseri sapı sallanıyordu. Hasan etrafına tıkaç sarıyor. Ombolina-gamat’axuri st’up’a dovunzgipi. 3’ari ipşasen. (ÇM-Ğvant) Yalak deliğine tıkaç tıkadım. Su dolacak.


st’uresauy (AŞ-Ok’ordule), st’uressaay (AŞ-Ortaalan) EA har.f. Düzenliyor. Xatice u3’vi do mç’eşay. Huy yataği pst’uresaum. İçodasi meft’are. (AŞ-Ok’ordule) Hatice’ye söyle de beni beklesin. Şimdi yatağı düzenliyorum. Bitince geleceğim. Nana-muşi st’uresauy. Bere-muşi upaşay. (AŞ-Ok’ordule) Annesi düzenliyor. Çocuğu karıştırıyor. Nana-şk’imi oxori goduzanay. St’uresauy. (AŞ-Ok’ordule) Annem evi düzenliyor. Yerleştiriyor. Bere oxori dost’uressai do hişo gamaxt’i. (AŞ-Ortaalan) Çocuğun evini düzenle de öyle çık. → st’eresaruy; mest’eresaruy/ mest’eresayuy; nost’uresaay

f.-i. ost’uresau : Düzenleme. Mosa ost’uresau-ora k’oda gvok’limay do ikuy. (AŞ-Ok’ordule) Ağı istif edeceği zaman duvara asıp tutturup da yapıyor.


st’uy (ÇM) Aø har.f. [emp.şm.1.tek. pst’um; perf.1.tek. (o)pstvi; yet. ast’ulinen] Kayıyor. Gzalepe doği doyu, st’uy. (ÇM-Ğvant) Yollar buzlandı, kayıyor. → st’un; nust’vams/ nust’vay; stun; + ost’ulinay

yet. ast’ulinen : Kayabiliyor. Ali k’uçxe-ost’ulinaşete zerbi ast’ulinen. (ÇM-Ğvant) Ali ayak-kayağı ile hızlı kayabiliyor.

f.-i. ost’ulinu : Berepe mt’uri-ost’ulinaşepe eç’opey. Ost’ulinuşa ulvan. (ÇM-Ğvant) Çocuklar kayacak gereçlerini aldılar. Kaymaya gidiyorlar.


-su (AŞ-Ortaalan) c.s.-e. [Genelde vuayel arkasında -su biçimi, konson arkasında -u biçimi kullanılır. Ayrıca istek kipi 3’üncü şahıs tekil biçimine eklendiğinde /s/ konson ikilenir.] (-diği)nde. (-eceği)nde. Oxori bidisu baba-şk’imi vart’u. (AŞ-Ortaalan) Eve gittiğimde babam yoktu. İst’anbolişa idasu mebimçinaten. (AŞ-Ortaalan) Sen İstanbul’a gidince haberleşeceğiz. “Japonimi3’vanesu oçalişu do teknoloji gomaşinen. (AŞ-Ortaalan) (*)Japondediklerinde çalışmak ve teknoloji aklıma geliyor. [(*) Bu örnekte {mi3’vane(n) + -su}] → -u; -i[2]/-si (PZ-Cigetore ~ AŞ-Ok’ordule); -is/-sis; -iz/-yiz; -şi


subayi i. Subay. Subayepeşi mxuci cençareri nudgun. (AŞ-Ortaalan) Subayların omzunda apolet takılıdır. Subayepeşi mxuciz apolet’i gyuçanan. (FN-Sumla) Subayların omzunda apolet dikilidir. ceçaneri; geç’eri


subuka (FN-Sumla)(HP) s. Hafif. → pompa; lafroni; pampa; subuki; çorçi


subuki (FN ~ HP) s. Hafif. Cuma-çkimik p’anda ntxiriş k’alatişi subuki nani moik’idamz. (FN-Ç’anapet) Kerdeşim her zaman fındık sepetinin hafifini sırtına alıyor. Yuki-çkimi subuki ren. Raxat’-raxat’i bimer. (AH-Lome) Benim yüküm hafif. Rahat rahat götürüyorum. T’ik’inas na-dolubğun ntxiri subuki muxtuşi cuma-muşiz ti şakis yopşapu. (AH-Borğola) Sepetinde doldurulan fındık hafif gelince kardeşine (sepeti) başına kadar doldurttu. → pompa; lafroni; pampa; subuka; çorçi


sufra (FN)(AK), suffa (AH-Lome) i. Sofra. Nanak ondğeneyi gyayi şeni sufra dodgums. (FN-Ç’anapet) Annem öğle yemeği için sofra kuruyor. Sufra udodgu k’oçi var-işkven. (FN-Ç’enneti) Eve gelen misafire sofra kurulmadan yol verilmez. Ar mutute sufra kogepatxi. (FN-Sumla) Bir şey ile sofra üzerinin tozunu al. Suffa didgaşi berepe guxunamz do mitiz ti var-ucoxumz. (AH-Lome) Sofra kurulunca çocukları çevresine oturtur ve kimseyi de çağırmaz. Suffaşi orz*o. (AH-Lome) Sırf sofra kurmada kullanılan, üzerine sinilerin konduğu yüksek iskemle. Suffa dobdgim. (AH-Lome) Sofra kuruyorum. Axmetik korba k’ayi gamamk’asums do suffaz heşşo eisels. (AH-Lome) Ahmet karnını tıka basa doldurup sofradan öyle kalkıyor. Ma ar ndğaz jur fara mç’k’udi gebdumer. Nak’o lavoniz suffa dobudgam ! Tkvani steri sum k’oçi var-boret. (AH-Lome) Ben bir günde iki kere ekmek yaparım. Kaç kişiye sofra kuruyorum ! Sizin gibi üç kişi değiliz. K’oçiz çkar gagna var-uğun. Suffaz iven va-iven iri ip’aramitams do milletiz guri duktinams. (AH-Lome) Adamda hiç anlayış yok. Sofrada olur olmaz konuşup milletin midesini bulandırıyor. Berek gyari var-imxors do sufra guit’at’ups. (AK-Döngelli) Çocuk yemeği yemiyor da sofrayı bulaştırıyor. → macida, sofra


suleri/ suleyi i. Kendir lifi. Kendir sapının üstündeki kabuğun lifi. Keten. Ma Doğani şk’ala suleri oyoluşa 3’ari-k’op’ali na-on svaşa vidi. (PZ-Cigetore) Ben Doğan’la kendiri dövmek için su topuzu olan yere gittim. Xasanik toç’i şeni suleri ntalums. (PZ-Cigetore) Hasan ip [yapmak] için kendir liflerini dövüyor. Ayşe ! Toç’i p’ç’imoşare. On3xecite ar suleri demin3xonik’o, muya iyen ? (PZ-Cigetore) Ayşe ! İp bükeceğım. Bir kendiri tarasaydın, ne olur ? Ai suleri psuluy. (ÇM-Ğvant) Ali kendir liflerini ayırıyor (= yoluyor). Ali suleri nzğimoç’uy. Omp’ila ç’imoşasen. (ÇM-Ğvant) Ali keten liflerini kıvırıyor. Halat örecek. Ayşe suleri çxat’uy. (ÇM-Ğvant) Ayşe keten parlatıyor (= üstündeki kir kabuğunu alıyor). Xasanik tok’işi mentxozerişen şkule na-ek’askidasen suleri meç’umz. (FN-Ç’anapet) Hasan ip büklümünden geriye kalan kenevir lifini yakıyor. Suleriş nok’epite p’aç’avrape dgums. (FN-Sumla) Kendir ipliği ile paçavraları birbirine ekliyor. Suleriş nok’epi dido ordo var-meç’k’odun. (FN-Sumla) Kendir ipliği çok erken kopmaz. Suleyi p’are. (AH-Lome) Kendir lifini sapından ayıracağım. Sulerepe iç’imoşen do tok’i ixenen. (AH-Borğola) Kendirler kıvrılarak ip yapılır. İrdenik suleyişi tok’i ntxozums. (HP-P’eronit) İrden kendir lifinden ip örüyor. Nandidik sulerişi nok’epe pxeniten txups. (AK-Döngelli) Babaannem kendir iplerini yün eğirme aracı ile eğiriyor.


suluği (PZ) i. Sülük. Xasanişi nana izabunuk’oşi p’aç’apes suluği konixunamt’u. (PZ-Cigetore) Hasan’ın annesi hastalandığı zaman ayaklarına sülük konduruyordu. → vela; ğveli; 3’urveli, 3’uveli


sulums/ suluy (PZ)(AŞ ~ FN) EA har.f. Kendir lifini [aps.] sapından ayırıyor. → nsxuluy; suleyi ikoms

[şsz isulen] K’epri k’ai var-xombaşa va-isulen. (FN-Sumla) Kendir iyice kurumadan sapından ayrılmaz.


sum/ sumi s. ve i. Üç. [◘ Arkasına gelen üçlü konson grubunun başındaki /n/ konsonu kaybolur. Sum dğa. (FN-Sumla) Beş gün.] I. s. Xasanik on3xenişa sum p’aç’oni k’alatina ok’ap’inams. (PZ-Cigetore) Hasan tavandan üç ayaklı sepeti düşürüyor. Termoni cibaşa sum fara ci3aday. (ÇM-Ğvant) Lahana çorbası pişirinceye kadar üç kez tadına bakıyor. Sum şuri mulun. Oşk’endani var-viçinam. (AŞ-Ok’ordule) Üç kişi geliyor. Ortadakini tanımıyorum. Hekoşa olva şeni sum ruba golaxt’are. (AŞ-Ortaalan) Oraya gitmek için üç vadi geçeceksin. Bere-muşi şeni sum 3’ana ren çilambre dobğams. (FN-Sumla) Çocuğu için üç senedir gözyaşları döküyor. K’oçik sum tuta ren goxve3’un do ar ndğaz var-nuşveli. (AH-Lome) Adam üç aydır yalvarıyor da bir gün yardım etmedin. Sum 3’ana mutu va-ren. A şvacis gamastun do diçoden. (AH-Lome) Üç yıl bir şey değil. Hemencecik biter. Handğa ragiten sum ğaç’o op’ç’opi. (AH-Borğola) Bugün kuş kapanı ile üç sığırçık yakaladım. Sum 3’aneri bereşi nana doğuru do x’ali gilakteri doskidu. (AK-Döngelli) Üç yaşındaki çocuğun annesi öldü de boynu bükük (= talihsiz) kaldı. Mbulişi nergi vorgi. Sum 3’anaşi niçaneps. (AK-Döngelli) Kiraz fidanı diktim. Üç senede (= üç sene içinde) meyvesini verir.

II. i. Na-giyonun xut şuron on. Xut’oşa sum mo-gamak’atum. Jur dogisk’udasen. (ÇM-Ğvant) Elinde olan beş keçi. Beşten üçünü ayırma. Elinde iki kalacak. Ovroşa xut nok’ordasi sum dosk’udun. (ÇM-Ğvant) Sekizden beş eksilince üç kalır (8 - 5 = 3). Ondğe şkule Ali, si do ma, sumi mek’amtumani mek’ebayonat. (AH-Lome) Öğleden sonra Ali, sen ve ben, üçümüz karşıya doğru geçelim.

abl. sumişa (ÇM) : Üçten. Sumişa ar nok’ordasi jur dosk’udun. (ÇM-Ğvant) Üçten bir eksilince iki kalır (3 - 1 = 2).

[zarfsal deyim : sum sum : Üçer üçer.] Gaxenenna sum sum memit’oçi. (AŞ-Ortaalan) Yapabilirsen üçer üçer bana at.

[dey. t’ubi sum (ÇM) : Tavla oyununda dü-se.] # T’ubi sum kovot’oçi / Ngolape megit’oçi / Be bozo sk’ani şeni / Şuri k’ek’evit’oçi. (ÇM-Ğvant, A.A.S.K.) Dü-se attım / Yaylaları sana bıraktım / Ey kız senin için / Canımdan da vazgeçtim. → suma; jur-sumi


suma (FN-Ç’anapet) i. Tavla oyununda her iki zarın üçlü düşmesi. Dü-se. [< Far. ya da Kür.] Suma komat’k’oçazna marsi bikom. (FN-Ç’anapet) Dü-se gelirse mars yapıyorum. → t’ubi sum, jur-sumi


sumeneçi s. ve i. Altmış. Sumeneçi-do-xut 3’anaşe na-moxtu nana-çkimi ar k’ayi ndğa z*iyameri va-ren. (AH-Lome) Altmış beş yaşına gelen annem iyi bir gün görmüş değil.


sumeneçi-do-vit s. ve i. Yetmiş. P’ap’uli-çkimi sumeneçi-do-vit’o-xut 3’aneri ren. (AH-Lome) Dedem yetmiş bes yaşındadır.


Sumexi/ Msumexi s. ve i. Hemşinli. Vija Sumexepe na-xeran msva n. Heko Lazepe var-xeran. (ÇM-Ğvant) Vija, Hemşinlilerin oturdukları yerdir. Orada Lazlar oturmuyorlar. [Bu terim Gürcüce’de “Ermeni” anlamında kullanılan Somexi kelimesi ile aynı kökenli olması gerekir.] → Msumexi, Xemşeli/ Xemşelli, Somexi; Xemşinuri, Xemşinli; K’alon-k’arbuğali


sumi-ti s. ve i. [erg. sumi-tik (PZ), sumik-ti (FN ~ ÇX); dat. sumi-tis (PZ), (FN ~ ÇX) sumis-ti] Her üçü de. Amedi şk’ala Kemali livadişa molva-nişi viyondram. Mondo yemaşa m3’ika ogine moxt’anen. Yemaneri cari hak pşk’omaten. Himu do ok’ayi sumi-tik noğaşa vidaten. (PZ-Cigetore) Ahmet ile Kemal’in bahçeden gelmelerini bekliyorum. Her halde öğleden az önce gelecekler. Öğlen yemeğini burada yiyeceğiz. Ondan sonra üçümüz çarşıya gideceğiz. Bere sum fori p’ilili dovuxeni. Sumi-ti gok’ayibu. (AŞ-Okordule) Çocuğa üç kez düdük yaptım. Üçünü kaybetti. Çku sumi-ti artikatişi meoneyi boret. (AH-Lome) Biz üçümüz de sıralıyız. Birbirimizin devamıyız. Berepe sumi-ti tito 3’ana araten meyona renan. (AH-Lome) Çocuklar üçü de birer sene arayla peş peşedirler.


sumoni (FN) s. Üçüncü. masumani; masuma


sumyari/ sumyayi (ÇM)(AH ~ HP) i. Ölçü birimlerinden biri. [(AH) 1 sumyari/ sumyayi = 2 teneke = 4 matxori/ matxoyi = 8 orosari/ oosayi = 16 k’ap’i3’i. 1 sumyari/ sumyayi yaklaşık 1 kileye tekabül eder.] [(HP) 1 sumyari/ sumyayi = 1 teneke] Ayşe ar sumyari lazut’i ar tuta nuxondinay. (ÇM-Ğvant) Ayşe üç ölçek mısırı bir ay yettiriyor. Ar sumyari ntxiri miğun. (AH-Lome) Bir sumyari (= iki teneke) fındığım var. → msumyari/ msumyayi


sungeri i. Sünger. Ayşe ! “Oxori ixi var-amaxt’asendeyi nek’na tude sungeri elvoç’abun. Mutu ağodu-i, haya Ali o3’eday. (AŞ-Ok’ordule) Ayşe !Eve rüzgâr girmeyecekdiye kapının altında sünger kenara yapışmış durumda. Bir şey oldu mu, buna Ali baksın.


sungi i. Süngü. 1. Tüfek namlusunun ucuna takılan delici demir şiş. Candamaz sungi so uğun ? T’ufeğiz var-nubun. Sungi palaskas mek’ideri uğun. (AH-Lome) Jandarmanın süngüsü nerede ? Tüfeğine takılı değil. Sügü palaskasına takılıdır. 2. Isıtma kazanında kömürün karıştırılmasını sağlayan demir çubuk. P’3’ilit do na-ok’obobğit çayi goşamçxu-doren. Sungite m3ika gokanki. Diç’vasen. (AH-Borğola) Toplayıp yığdığımız çayın içi ısınmış. Süngü ile biraz havalandır. Yanacak.


sunneç’ç’i (ÇM) i. Sünnetçi. Andğa sunneç’ç’i haminepe iktert’u. (ÇM-Ğvant) Bugün sünnetçi buralarda dolanıyordu. → ciyaxi, nciyaxi; k’ut’u-mç’k’iru


suntxa (FN-Ç’anapet)(AH) bsz z. → sotxa, sutxa, suntxani, sontxa, sotxani[2]. I. Herhangi bir yerde. Herhangi bir yere. Suntxa na-ren k’oçi ma muz mapelasen ? (FN-Ç’anapet) Uzaklarda herhangi bir yerde olan insanın bana ne faydası olacak ? Bere baba-muşişe geşkurdu-doren. Baba-muşi suntxa z*irasen go3’amt’en. (AH-Lome) Çocuk babasından çok korkmuş. Babasını nerede görürse kaçıveriyor. K’occa berek nana-muşi k’at’a suntxa idasen ek’abgars. (AH-Lome) Kocaman çocuk annesi nereye giderse arkasından ağlıyor.

II. [taviz cümlemsilerinde] Nerede olsa olsun. Nereye olsa olsun. Alik suntxa mz*irasen para mak’vans. (AH-Lome) Ali beni nerede görse para ister. K’oçi-çkunik bozo xvala sotiksani var-oşkumers. Suntxa idasen cuma-muşi k’ap’ulaz ek’utxozinams. (AH-Lome) Bizim adam kızı hiçbir yere yalnız göndermiyor. Nereye giderse kardeşini arkasından gönderiyor. Şukri suntxa idasen moxtimu var-uçkin do hek elidven. (AH-Lome) Şükrü, nereye gitse gelmeyi bilmez, orada kalır. Oxorca xvala soti var-ulun. Suntxa idasen bere elik’atams. (AH-Lome) Kadın yalnız bir yere gitmiyor. Nereye giderse çocuğu yanına alıyor. Memet’i suntxa idasen hek kelorçams. Oxoşe moxtimu var-gaşinen. (AH-Lome) Mehmet nereye giderse postu seriyor. Eve dönmek aklına gelmiyor.


suntxani (FN-Ç’anapet, Ç’enneti) bsz z. ve bsz zm. Herhangi bir yer(-de, -e). → sotxa, sutxa, sontxa, suntxa, sotxani[2]

I. bsz z. Herhangi bir yerde. Herhangi bir yere. Suntxani na-ren na-meyik’nen ozabunluğişen-ti ti-skani içvare. (FN-Ç’anapet) Herhangi bir yerdeki bulaşıcı hastalıktan da kendini koruyacaksın.

II. bsz zm. Herhangi bir yer. K’at’a ndğaz a suntxanepez a mitiyenpe dibadenan. (FN-Ç’enneti) Her gün bir yerlerde birileri doğuyorlar.


supa (ÇM) i. [çoğ. supape] Kâğıt. Supape doğanç’k’a-i, supara diyen. (ÇM-Ğvant) Kağıdı çiziktirdin mi, kitap olur. Unç’aru supa supara var-iyen. (ÇM-Ğvant) Yazılmayan kağıt, kitap olmaz. → çağet’i; suparaII; k’art’ali, kart’ali

supara (ÇM) i. [çoğ. suparape] I. Kitap. [< Arp.] Supara. [< Far.] Ugolayonu supara. (ÇM-Ğvant) Okunmamış kitap. Oxorişa movulur. Suparape ost’oli keyevodum do vigzalam. (ÇM-Ğvant) Eve geliyorum. Ktapları masanın üstüne bırakıp gidiyorum. Ham supara eçi-do-vit’o-çxoro cenç’areri koğirun. (ÇM-Ğvant) Bu kitap otuz dokuz liraya değer. Na-goloviyonam supara ar fori na-goloviyonare msvape eyevoğaram. (ÇM-Ğvant) Okuduğum kitapta bir daha okuyacağım yerlerin üzerini çiziyorum. Bere na-ixmaren var-uşk’un. Suparape ç’irduy. (ÇM-Ğvant) Çocuk [kitabın] faydalı (= kullanımlı) olduğunu bilmiyor. Kitapları yırtıyor. Let’a-simaderi suparapete gzalepe bziramt’it. (ÇM-Ğvant) Harıtalarla (= harita kitaplarla) yolları buluyorduk. Ali ovro 3’ana ogi na-mepçi suparape şinaxuy. (ÇM-Ğvant) Ali sekiz yıl önce verdiğim kitapları saklıyor. Ayşeşi bere suparape azirasi ncğimuy. (ÇM-Ğvant) Ayşe’nin çocuğu kitapları görünce kırıştırıyor. → çitabi, kitabi

[dey. onç’aroni supara : Defter.] Ç’emu onç’aru var uşk’un. Onç’aroni supara ğanç’k’uy. (ÇM-Ğvant) Ç’emu yazmayı bilmiyor. Defteri karalıyor. Ali onç’aroni supara eyoğaruy. (ÇM-Ğvant) Ali defterin üstüne çiziyor. → t’eft’eri, defteri

II. Kâğıt. Ali k’odape supara gvorçay. (ÇM-Ğvant) Ali duvarlara kâğıt kaplıyor. → çağet’i; supa; k’art’ali, kart’ali


sureti (AH-Borğola) i. Fotoğraf. [< Fra.] Suret. [< Arp.] Resim. [< Arp.] Xasanik mcveşi Lazi oxorepeşi sureti gamumers. (AH-Borğola) Hasan eski Laz evlerinin fotoğrafını çekiyor. → suret’i; me3’omilaII; sifet’i; resimi; fot’orafi, fot’oğrafi


suret’i (PZ-Cigetore)(AŞ) i. Fotoğraf. [< Fra.] Suret. [< Arp.] Resim. [< Arp.] Nana-şk’imi k’odas suret’i-şk’imi not’ambams. (PZ-Cigetore) Annem duvara resmimi yapıştırıyor. Cuma-şk’imi, suret’i-sk’ani komaziru. Si p’ot’e badi var-iyare. (AŞ-Ok’ordule) Kardeşim, resmini gördüm. Sen hiçbir zaman ihtiyar olmayacaksın. → me3’omilaII; sifet’i; resimi; sureti; fot’orafi, fot’oğrafi


surgi i. Sürgü. Eminek va-lumcaşa nek’naşi surgi golut’k’omers. (AH-Lome) Emine akşam olmadan kapıyı sürgülüyor.


suri i. Sürü. Ndğora hakşen gola-mamulişi suri golaxtu. (AH-Lome) Demin buradan yaylatavuğu sürüsü geçti. → k’ata


suribini (ÇM) s. ve i. I. İsimlendirilmemiş bir grup (hayvan veya insan). Andğa ar suribini k’oçi ngolaşa it’ey. (ÇM-Ğvant) Bugün bir grup insan yaylaya gidiyordu. Avlaşi m3xuli ar suribini bobolape napiney. (ÇM-Ğvant) Avlunudaki armut ağacına bir sürü böcek dadandı.

II. [İnternet çağına geçtikten sonra] Blog. Şk’uni çoyişi berepe İnternet’i suribini diyey. (ÇM-Ğvant) Bizim köyün çocukları İnternet’te blog oluştular. → İnternet’i-sva/ İnternet’i-msva; bloği, blogi


Suriye i. Suriye. Suriye var-golaxt’aşa Çabeşa var-ilen. (ÇM-Ğvant) Süriye’den geçmeden Kâbe’ye gidilmez. Turkiyas enni gunz*e sinori Suriye k’ala uğun. (AH-Lome) Türkiye’nin en uzun sınırı Suriye iledir. Suriyez Arabuli ip’aramitaman. (AH-Borğola) Suriye’de Arapça konuşuyorlar. Turkiyeşi başbakani Suriyeşa igzalu. (AK-Döngelli) Türkiye başbakanı Suriye’ye gitti. → Suryani-msvaII


Suryani s. ve i. [çoğ. Suryanepe (ÇM)(AŞ-Ortaalan)(AH-Lome), Suryanipe (AH-Borğola)] Süryani. Ask’erluği vikumt’işa Suryanepe kort’ey. (ÇM-Ğvant) Ben askerlik yaparken Süryaniler vardı. Si Suryani ore-i ? (AŞ-Ok’ordule) Sen Süryani misin ? Suryanepe-ti şk’uni st’eri namazi ikuman-i ? (AŞ-Ortaalan) Süryaniler de bizim gibi namaz kılıyorlar mı ? Suryanepe Mardiniz skidurt’ez. Ala çoği moiselu. (AH-Lome) Süryaniler Mardin’de yaşarlardı. Fakat çoğunluğu göç gitti. Suryanipe Turkiyes-ti skidunan. (AH-Borğola) Süryaniler Türkiye’de de yaşıyorlar. Suryani mignapun. Ama çkar var-miz*irun. (AK-Döngelli) Süryani’yi duymuşluğum var. Ama hiç görmemişimdir.


Suryani-msva (ÇM-Ğvant) i. I. Süryanilerin memleketi.

II. Suriye. Suryani-msva var-golaxt’aşa Çabeşa var-ilen. (ÇM-Ğvant) Süriye’den geçmeden Kâbe’ye gidilmez. [ÇM’de “Suriye”ye hem Suryani-msva hem Suriye denir.] → Suriye


suseri/ suseyi (AH) i. Kilit. [< Far.] Avnişi oxoriz suseri get’axez do amaxtez-doren. (AH-Lome) Avni’nin evine [hırsızlar] kilidi kırıp girmişler. Ustak nek’naz suseyi na-meşaxtasen yeyi xamite gyoğams do m3ika çkva ordams. (AH-Lome) Usta kilidin kapıya gireceği yeri bıçakla oyup biraz daha büyütüyor. Ham suseyi-ti p’anda mot-geinçxilen ? (AH-Lome) Bu kilit de her zaman neden bozuluyor ? Araba ulut’aşi nek’nas mot-nacint. Suseyik var-okaçams. Nek’na muşebura goin3’k’en. (AH-Lome) Araba giderken kapıya yaslanmayın. Kilit tutmuyor. Kapı kendiliğinden açılıyor. Oxrişe amapta ma-şi suserişi nk’ola var maz*iru. (AH-Borğola) Eve gireyim derken kilidin anahtarını bulamadım. → mk’olaI; p’amp’u; k’ilidi; k’unk’li


sutlaç’i (AŞ) i. Sütlaç. Selimi sutlaç’i mkveri ntxiri goyobğay. (AŞ-Ok’ordule) Selim sütlaca öğütülmüş fındık döküyor. → sut’li


sutxa (AŞ-Ok’ordule) bsz z. Herhangi bir yerde. Herhangi bir yere. Bilinmeyen bir yerde. Bilinmeyen bir yere. K’oçi xolo ar sutxa mendaxt’u. Miti var-uşk’un. (AŞ-Ok’ordule) Adam yine bir yere gitti. Kimse bilmiyor. → sotxa, sontxa, suntxani, suntxa, sotxani[2]


sut’li (AH) i. Sütlaç. Xtimeri mjaten sut’li var-iven. Xtimeri mjaşi mk’vali iven. (AH-Lome) Kesilmiş sütten sütlaç olmaz. Kesilmiş sütten peynir olur. → sutlaç’i


sut’olya (AŞ-Ok’ordule) i. Pazı. Ispanakgillerden bir sebze. Nana-şk’imi ham seri sut’olya t’ağaneri mixenu. (AŞ-Ok’ordule) Annem bu akşam bana pazı kavurma yaptı. Sut’olya var-mç’eşaşa cibare. Vana purcun. (AŞ-Ok’ordule) Pazıyı bekletmeden pişireceksin. Yoksa büzüşüyor. → msut’ulya, msut’olyaI, msot’olya, sut’ulya


sut’ulya (AH-Borğola) i. Pazı. Ispanakgillerden bir sebze. Getasulez na-i3’ilen sut’ulya ar ndğaşi doloxe doçunun. (AH-Borğola) Bahçede toplanan pazı bir günün içinde tazeliğini yitirir. → msut’ulya, msut’olyaI, sut’olya, msot’olya


suva i. Sıva. Duvari suva ikumt’anşa xarci not’a3are. (AŞ-Ortaalan) Duvarı sıva yaparken harcı yapıştıracaksın. → suvaği


suvaği (AŞ-Ok’ordule) i. Sıva. Suvaği na-ey yeri 3’ari e3’vobay. (AŞ-Ok’ordule) Sıva yapılan yeri alttan yukarı ıslatsın. → suva


suvaği-xarci (AŞ-Ok’ordule) i. Sıva harcı. Suvaği-xarci çimento m3’ika uk’atusi na-noç’abay molay herbet'i. (AŞ-Ok’ordule) Sıva harcına çimento az katınca yapıştırdığın yerden kopuyor elbette.


suveri/ suveyi (FN ~ AH HP ÇX) i. Tutumlu olma durumu. İdare. Oxoky’urak yaği suveri-muşite nixmars. (AH-Lome) Evin hanımı yağı kendi idaresiyle kullanıyor.

[dey. suveri meçams : Birine tutumlu olmayı öğretiyor. Birine yerinde harcayıp yerinde kullanmayı öğretiyor.] Berepez var-nişkvinen, skiri. Suveyi si meçare. (AH-Lome) Çocuklara bırakılmaz, yavrum. Sen idare edeceksin.


suzgeçi (AH) i. Süzgeç. Lovas popoci suzgeçiten moyoboği. (AH-Borğola) Şıranın üzerindeki köpüğü süzgeçle aldım. → suzgi; ≠ [süt vs süzmek için kullanılan küçük bakır süzgeç] on3’orale, on3’irale/ on3’iyale


suzgi (AH) i. Süzgeç. Papa mç’ipe toloni suzgişen k’ai var-3’rodun. (AH-Borğola) Muhallebi ince gözlü süzgeçten iyi süzülmüyor. Çili-çkimik na-ç’k’oru lupe 3’k’ariten doçxu şkule suzgiz gobğu do 3’k’ari go3’un3’orams. (AH-Borğola) Eşim doğradığı lahanaları suyla yıkadıktan sonra süzgece doldurup suyunu süzüyor. → suzgeçi; ≠ [süt vs süzmek için kullanılan küçük bakır süzgeç] on3’orale, on3’irale/ on3’iyale


-suzi i.s.-e. (*) [(*) Bu son-edat ek olarak kullanılır. Sondan ikinci hecesi vurgulu olur.] Olmaksızın. -siz/ -sız/ -suz/ -süz. Lu zeyi p’at’ila-suzi var-iyen. (PZ-Cigetore) Lahana ezmesi içyağsız olmuyor. İk’bal-suzi k’oçi nçxvapa ora t’aşa-ti xoşk’ak’ali cok’açay. (ÇM-Ğvant, atasözü) Talihsiz adam sıcak havada da doluya tutulur (= Talihsiz adamı sıcak havada da dolu tutar). Badi dobiyisi toli ok’omaxven. Cozluği-suzi lemşi toç’i va-gomanden. (AŞ-Ok’ordule) Yaşlanınca gözlerim bozuluyor. Gözlüksüz iğneye iplik geçiremiyorum. Ham 3’ari purengi-suzi va-celegayonen. (AŞ-Ortaalan) Bu suyu borusuz indiremezsin. Omp’ila-suzi ham nezi var-egalen. (AŞ-Ortaalan) Halatsız bu cevize (= ceviz ağacına) çıkamazsın. Remezanişi ndğaz 3’k’ari-suzi ar k’ele oçalişute k’oçi gamaxombun. (FN-Ç’anapet) Ramazan günü suzuz bir taraftan çalışarak insan tamamen kuruyor. Obadalaşi tolepek var-miz*irams. Gyozluk-suzi lemşiz nok’epe var-goşomadven. (FN-Sumla) Yaşlanınca gözlerim görmüyor. Gözlüksüz iğneye iplik geçiremiyorum. Zeyir-suzi 3’i3’ilape mot-ilom. K’oçiz zaa va-meçaman. (AH-Lome) Zehirsiz yılanları öldürme. İnsana zarar etmezler. → dixo, u-...-eli


sva (PZ) i. [çoğ. svape] 1. Yer. K’at’upe ar svas dimpuleran do xosk’uran. (PZ-Cigetore) Kediler bir yere saklanıp ölürler. Xasani na-xes svas melenk’alendo oxori-nişi opşa vorsi iz*iren. (PZ-Cigetore) Hasan’ın oturduğu yerden karşı taraftaki evleri çok iyi görünüyor. Ar p’ut’ucişi ğuni a 3’ulu ok’ixu do p’ap’u-şk’imik hus duzanasen. M3’ika uk’ayi xolo sva-muşis dodvasen. (PZ-Cigetore) Bir arı kovanı kısmen bozulmuştu. Dedem şimdi düzeltiyor. Az sonra yine yerine koyacak. Lomç’ep’i meç’ordu svaşa k’artik’artis mevun3xum. (PZ-Cigetore) İpliği koptuğu yerden birbirine bağlayıp ekliyorum. Hik’u monk’a ore ç’i celaxedare sva celat’roxun. (PZ-Cigetore) O kadar ağırsın ki oturacak olduğun kıyı yerleri kırılacak. Viçalişam svas na-ep’ç’opum cenç’areri ma demibağun. (PZ-Cigetore) Çalıştığım yerde aldığım para bana yeter. Xasani na-xert’u svaşa Alik moselams. (PZ-Cigetore) Hasan’ı [onun] oturduğu yerden Ali kaldırıyor. Ali na-ncart’u svaşa Xasanik moselams. (PZ-Cigetore) Ali’yi [onun] yattığı yerden Hasan kaldırıyor. Ç’veyi svas floxt’un. (PZ-Cigetore) Yanmış yer şişiyor (= kelimesi kelimesine : “yanmış yerde kabarma oluyor”). Ma Doğani şk’ala suleri oyoluşa 3’ari-k’op’ali na-on svaşa vidi. (PZ-Cigetore) Ben Doğan’la kendiri dövmek için su topuzu olan yere gittim. Xasanik jur svas daçxuri ogzu. İxi gamaxt’usi k’artik’artis kek’vambinu. (PZ-Cigetore) Hasan iki yere ateş yaktı. Rüzgâr çıkınca birbirine bağlandı. 2. Arazi. Cumalepek sva-nişi k’ok’ok’ataman. (PZ-Cigetore) Kardeşler arazilerini pay ediyorlar. Osmanis ar sva uğun. Cuma-muşi-ti nunç’un. (PZ-Cigetore) Osman’ın bir arsası var. Kardeşinin de hissesi var. Şk’u kvalona ar sva komiğuran. Muti ne pxaşk’umt ne-ti dovorgamt. (PZ-Cigetore) Bizim taşlık bir yerimiz var. Ne ekiyoruz ne de dikiyoruz. → msva[3]; yeri/ yeyi


svara (ÇM) i. Deste. Ali berepe cenç’areri ak’vandan-i svara gamitoray do gurtay. (ÇM-Ğvant) Ali çocuklar para isteyince desteyi çıkarıp dağıtıyor.


svarapa (AH-Lome) i. Ağıt yakma. Komoli uğuruşi Eminek mupeyi svarapate gyabgaru-dort’un. (AH-Lome) Emine, kocası ölünce ardından ne ağıtlar yakmıştı. → k’ore3xapa; [matem, yas, ağlama] bgara; mgara


svareri (ÇM) s. Taranmış. Bere nana-muşişi svareri tomalepe upaşay. (ÇM-Ğvant) Çocuk annesinin taranmış saçlarını karıştırıyor. [eşb. svarums/ svaruy/ svarups fiili ile isvaren fiilinin ortak partisipi]


svarums[1] (PZ) EA har.f. Kitabın [aps.] sayfalarını teker teker yüksek sesle okumadan çeviriyor. Kitabı [aps.] yüksek sesle okumadan göz geçiriyor. Çitabi svarums. (PZ-Apso) Kitabın yapraklarını teker teker çeviriyor (= yüksek sesle okumadan göz geçiriyor). Coşk’unik t’eft’eri svarums. (PZ-Cigetore) Coşkun defter sayfalarını çeviriyor. + isvaren[1] Aø har.f. Sayılıyor.


svaruy[1] (ÇM) EA har.f. Sorun [aps.] çözüyor. [şsz isvaren; f.-i. osvaru] # Mayana k’oroberi / Var-isvaren dulyape / Dulya osvaru şeni / Goykosare gurepe. (ÇM-Ğvant, anonim) Bahane arayarak / Sorunlar çözülmez / Sorun çözmek için / Yüreği temizleyeceksin.


svaruy[2]/ svarums[2]/ svarups (AŞ ~ ÇX)(AK) EA har.f. I. Diziyor. Na-psvaritu kvalepe mot-ok’ixvay. Celvobazgi do moxt’i. (AŞ-Ortaalan) Dizdiğimiz taşlar bozulmasın. Kenarına bas da gel. Doğani na-svaru kvalepe let’t’a goyobğay. (AŞ-Ortaalan) Doğan, dizdiği taşların üzerine toprak döküyor. Oxorcak erçapulepe kot’ums do svarums. Berepek ncğimoms. (AH-Lome) Kadın çarşafları katlayıp diziyor. Çocuklar kırıştırıyor. Didişen ç’ut’aşe meona ren steyi psvarat. (AH-Lome) Büyükten küçüğe sıralıymış gibi dizelim. Babak dişka svarumt’aşi şu dişkapeşi jin xomula dişkape yodumers. (AH-Lome) Babam odun dizerken yaş odunların üzerine kuru odunları koyuyor. Dişka svarumt’aşi xez iguri. Nop’in3’k’ale ni3onen. (AH-Lome) Odun dizerken elini kolla. Kıymık batıyor. Cuma-çkimik na-moiğu pi3arepe svarums. (AH-Borğola) Kardeşim getirdiği tahtaları diziyor. Ramizik tok’i svarums. (HP-P’eronit) Ramiz ipi diziyor. Cuma-çkimik arabas dişka svarups. (AK-Döngelli) Kardeşim arabaya odunu dizerek yüklüyor. → dvosvaray (ÇM); dizups (AK); + isvaren[2], insvaren

part. svareri : Dizerek. Dizilmiş. Karmat’eşi 3’k’ari kvaten mebun3’oram do mok’obut’alam. Çkimi şkule ar mintxa mulun. Svareyi kvape doloxums do igzals. (AH-Lome) Değirmenin suyunu taşlarla kapatıp getiriyorum. Benden sonra birisi geliyor. Dizilmiş taşları bozup gidiyor.

II. (AH) [Beklenmeyen ölümler için] Düşünceleri sıralayarak ağıt yakıyor. Na-ğuru bere ağani çileyi t’u. Nana-muşik bere-muşişi ozmonupe k’ore3xums do svarums. (AH-Lome) Ölen çocuk yeni evliydi. Annesi çocuğunun düşüncelerini sıralayarak ağıt yakıyor. → k’ore3xums/ k’ore3xuy/ k’ore3xups


sveri part. → usums/ usuy, usumers, usumels, usumars


svit’i (AH) i. Sebze fidesini dikmede kullanılan sivri alet. Lu dorgamt’aşi svit’i eliyoni do k’ap’et’i let’az moxvadaşi ipti svit’i no3oni do ok’açxe lu dorgi. (AH-Lome) Lahana dikerken yanına svit’iyi al. Sert topraklara rastladın mı önce svit’iyi sok. Sonra lahanayı dik.


sxonuy (AŞ-Ortaalan) EA har.f. Tarıyor. Ayşe manniya mitişi ort’t’asen ort’t’ay toma sxonuy. (AŞ-Ortaalan) Ayşe sürekli kimin olursa olsun saç tarıyor. → n3xonums, n3xonuy[2], 3xonums, 3xons, 3xonups; + isxonay