İHANETBu umutsuz bir yazı. Öyle olmasaydı Lazca yazardım. Yok olmaya yüz mü tutmuş, var ol demeye yüzümüz mü tutmamış? Varlığından bile bihaberken çoğumuz, nasıl ‘dur’ diyebilirdi ki azımız? Kayıp mı, kayıp mı olacak; öldü mü, ölecek mi; öldü ölecek mi?
Lazca bize küs ve bence bizi terk edecek. Çünkü biz ona ihanet ettik. Onu beğenmedik. Bir çok şeyi beğenmediğimiz gibi. Hatta ondan utandık. Ben olsaydım Lazca’ nın yerinde, dayanamaz daha sıcak savaşırdım. Kıyametleri koparır, haykıra haykıra ‘yapmayın, bırakmayın’ derdim. Ama o asaletini kaybetmeden sessizce karşılık veriyor. Sessiz sessiz ayrılıyor dilimizden, içimizden.
Bazen öyle akıcı konuşan kadınlar görüyorum ki; hiç susmasınlar istiyorum. Gözlerim doluyor şevklerine ve aslında biraz da utancıma ağlıyorum için için. Kıstırdığım dağarcığım ihanetimin delili belki de, yüzüme vuruyor. Lazca sorulara Türkçe cevap verirken içimden lanet edince affetmiyor Lazca beni. Anlıyorum ama konuşamıyorum derken uzak diyarlarda bir şehirden bahsediyormuşuz gibi olmuyor mu sizce de? Oysa avcumuzun bile değil ağzımızın içi bu. Duydum ama gitmedim gibi. Baktım ama görmedim. Aklıma geldi de aramadım. Hepsi aynı. Aklına düştü mü arayacaksın! İnsanın bahanesi çok. Hepimizin. Suçlu ararsak da çok.
Asırlar boyu kaderi olmuş bir çok kadim dilin ‘yok oluş’. Ama sanmam ki, hiçbirinin sebebi Lazca gibi utanılası olmak olsun. Önce birbirimizi beğenmemekle başladık; bir üst mahalleyle. Sonra yukarıki köyle. Sonra bir yan ilçe derken, önce biz yittik sonra özümüzü yitirdik. Eski tohumlarımızdan, eğri büğrü diye meyvelerimizden vazgeçtik. Şimdilerde ‘nerede o eski…’ li cümlelerin bolluğunun mimarı aslında tam da biziz. Hasret kaldığımız kokuları bıraktığımız gibi, özümüzü, kültürümüzü, dilimizi de ardımızda bıraktık.
Çay geldi, fındığı bıraktık. Tam da bunun gibi işte ihanetimiz…
Lazca konuşan insanları dinlerken, birinden hatıra toplar gibi duyduğum kelimeleri bir yerlere not etme ihtiyacı duyuyorum artık. Ne acı. Bir daha duyamama ihtimali… Hazinenin sahibi ölecek.
Geçmişimizin izini sürerken, keşke biraz daha dinleseymişim dedemi sıkılmadan dediğimiz olur ya bazen. .. Keşke olmasaydı. Öyle uğraşlar veriyoruz ki kültürümüze, dilimize dair izleri, eserleri, hatıraları bulabilmek için. Öyle savrulmuş ki her şey, hiç umursanmadan. Bir kelimenin ardına günler harcıyoruz çoğu zaman. Yadigar diyerek, korkarak bazen hatta.
Dilerim bir pişmanlığı taşıyan dilim, ellerim ve kalemim,
Laz doğacak çocukların geçmişlerinin izlerini bulmalarına, en azından yad edebilmelerine bir araç olsun.
Hazinenin mirasçılarıyız, sahipleri dinlemeli, dedeleri, babaanneleri … Son savaşçıları dinlemeli.
m.alçiçek